Bu ne korku?

Okulun koridorlarına, Bakan’ın geçeceği yerlere, bir önceki hafta Ankara’ya yapılan gezinin fotoğrafları yapıştırılıyor pür telaş: Anıtkabir ve Milli Eğitim Bakanlığı. Yüzlerde bildik, donuk ifadeler...

idarecilerden birinin ceketinin yakasında Atatürk rozeti. Salonda, Bakan’ın konuşacağı kürsünün arkasında, hemen o sabah asıldığı belli olan, irice bir Türkiye bayrağı ve Atatürk posteri.

Müdürler, vakıf yöneticileri, eğitimciler, dakikalar boyunca Bakan’ı bekliyor. Oturuyor, bekliyor; bekliyor, oturuyorlar. Bakan bir saatlik gecikmeyle teşrif edince bütün salon ayağa kalkıyor. Alkışlar...

Okulun müdürü konuşuyor. Selamlama faslı: “Sayın bakanım, sayın kaymakamım, sayın milli eğitim müdürüm... Ne zaman akıl danışmak istesek, sizlere, ağabeyimiz olarak... Ermeni azınlık okulları adına... Ulu önder Atatürk’ün ilkeleri ışığında, aydınlık, çağdaş...”

Bakan, sıcak karşılama için teşekkür ediyor. Nezaketen de olsa, geç kaldığı için özür dilemiyor; Başbakan’ın selamlarını iletiyor.

Politikacı, konuşuyor: “Asırlardır aynı ekmeği paylaştık. Az zamanda neler neler başardık. Anadolu isterse her şeyi başarır... Kin ve nefretle hiçbir yere gidemeyiz. Zorlukları birlikte aştık.”

‘Sarı’ belgeselden söz etmiyor. Memlekette üç gün önce böyle bir skandal yaşanmadı sanki.

Politikacı, konuşuyor.

Politikacı konuşuyor, anladık. Peki, Türkiye medyasının pek sevdiği tabirle ‘cemaat kanaat önderleri’ neyi alkışlıyor? Devletin gasp ettiği Ermeni vakıf mülklerini geri almak için verdikleri mücadelede iç hukuk yolları tükendiği halde, Avrupa insan Hakları Mahkemesi’ne başvurmak istemediklerini söylüyorlar. Neden? Neden AiHM’e başvurmak yerine, bir kıyak bekler gibi Bakan’ın teveccühünü diliyorlar? Neden bu kadar eğilip bükülüyorlar? Neden padişahtan memleketine dönmek için ihsan isteyen gariban bir köylü gibi alçak çıkıyor sesleri?

Biliyorum, Türkiye’de Ermeni olmak zor. Biliyorum, korkuyoruz. Ben de korkuyorum, çok hem de. Biliyorum, cemaat olmanın, baskı altında olmanın getirdiği esirlik hissiyatı tüm hücrelerimize sinmiş. Biliyorum, devlet büyüklerine karşı böyle alt perdeden konuşmak geleneğimizdir.

Ama, karşımızdaki bir bakan, AB Başmüzakerecisi, nihayetinde bir sivil, sizin benim gibi bir âdem. Ulusal Program’da yer alan “Ders kitaplarında ayrımcılık içerebilecek ifadelerden arınması da dâhil olmak üzere müfredatın yeniden gözden geçirilmesi çalışmalarına devam edilecektir” cümlesinden dahi bihaber görünmesi abes değil mi? “Ders kitaplarındaki ayrımcı ifadeler ne olacak?” diye sorma cesareti gösterebilen eğitimciye, rahat rahat, “Sizi rahatsız eden sayfaların fotokopilerini ulaştırın bana, Milli Eğitim Bakanı’yla görüşürüm” diyor. “Belgeseli seyretmedim, o yüzden fikir beyan edemem” diyor.

Politikacı, konuşuyor.

Peki, biz niye alkışlıyoruz, niye eğilip bükülüyoruz? Bu ne korku, bu ne yaranma arzusu?

Bırakın her şeyi bir yana, daha iki yıl önce canımızı canımızdan söküp almadılar mı?Kimse cesur olmanızı, bakana kök söktürmenizi filan istemiyor. Ama, alkışlamasanız, gevşemeseniz, az biraz dik durmaya çalışsanız sizin de canınızı almazlar ya!

Hiç yorum yok: