1914 Ermeni Reformu (I)

Agos, 9 Ekim 2009

Kürt Açılımı’nın geleceği çokça tartışılırken, 1914’te gerçekleşen Ermeni Reformu basında bazı yazı ve yorumlara konu oldu. Ermenilerin Osmanlı Devleti içindeki koşulları ile Kürtlerin Türkiye devleti içindeki koşulları birbirinden çok farklı olsa da, Doğu Anadolu’daki altı vilayeti (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Mamüretülaziz, Sivas) kapsayan reform programı ve bu süreçte yaşananlardan çıkarılacak dersler, aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, bugünkü bazı gelişmelere ışık tutabilir.

Bu nedenle, daha önce ‘Tarih ve Toplum – Yeni Yaklaşımlar’ dergisinde yayımlanan “Zohrab, Papazyan ve Pastırmacıyan’ın kalemlerinden 1914 Ermeni reformu ile İttihatçı-Taşnak müzakereleri” başlıklı makalemin ana hatlarını özetleyerek, iki hafta süreyle, 1914 Ermeni Reformu’nun genel niteliklerine değineceğim. İlk hafta reform sürecinde yaşanan iç ve dış gelişmelere baktıktan sonra, ikinci yazıda, reform müzakereleri sırasında İttihatçılarla Ermeni siyasi önderleri arasındaki ilişkinin nasıl gerginleştiği ve kopma noktasına geldiği üzerinde duracağım.


Sorunlar… Sorunlar…

1912-1914 yıllarında, Doğu Anadolu’da Ermenilerin yoğunluklu olarak yaşadığı altı vilayette yapılacak reformlarla ilgili görüşmeler ve bu sürecin sonunda, 8 Şubat 1914’te Rusya ve Osmanlı devletleri arasında imzalanan antlaşma, 1915-16 yıllarında Anadolu’daki Ermeni toplumunun imhasını önceleyen, çok kritik bir tarihsel gelişmedir.

Reform meselesi, öncelikle, Ermeni vilayetlerinde uzun yıllardır sürmekte olan huzursuzlukla ilgilidir. Osmanlı Ermeni toplumu, Abdülhamid dönemi boyunca süregiden toprak meselesinden, müsaderelerden, silahlı aşiretlerin baskılarından, çifte vergilendirmeden, muhacir gruplarının kendi topraklarında ya da civar köylerde iskân edilmesinden mustaripti. Ermeni devrimci örgütlerinin ortaya çıkışını bu arkaplan üzerine oturtabiliriz.

Ermeni toplumu genel olarak II. Meşrutiyet’i coşkuyla karşılamış, ona büyük umutlar bağlamıştı. Taşnaklar 1908’den sonra İttihatçılarla dört kez ittifak anlaşması imzalamış, 31 Mart günlerinde de Hınçaklarla birlikte İttihatçıların yanında saf tutmuşlardı. Adana olaylarında 20 bin kadar Ermeni’nin katledilmesinden sonra ciddi bir güven bunalımı yaşansa da İttihatçı-Taşnak ittifakı devam etmiş ve bu ittifak ‘gerici’lere karşı mücadelede işbirliği temelinde açıklanmıştı.

Bu siyasi işbirliği denemeleri, Ermeni meselesinin siyasi uzlaşma temelinde çözümü ile ilgili bir beklentinin sonucuydu. Özellikle toprak meselesi ve Doğu vilayetlerinde yaşanan hak ihlalleri her zaman gündemdeydi. İttihatçıların meselenin halli için attığı adımlar, bölgede ağırlığı olan unsurların sert tepkisiyle karşılaşmış ve genellikle sonuçsuz kalmıştır.

Reform meselesini böylesi bir siyasi bağlama oturtmak yerinde olur. Yani İttihatçılar dahil herkesin çözülmesi gerektiğinde hemfikir olduğu bir toprak, mülkiyet ve haklar sorunu vardır, ancak 1908’den 1912’ye kadar bu sorunun çözümü için bir şey yapılmamış / yapılamamıştır; sorunlar artarak devam etmektedir.

Reformun içeriği

Reform, özellikle 1913’ün bahar ve güz aylarında uluslararası görüşmelerin konusu olur. Balkan Savaşı’nın sonuçlarıyla ilgili görüşmelerin yürütüldüğü Londra Konferansı sırasında, Ruslar reform meselesini görüşmek özere bir konferans toplanması teklifinde bulunurlar. Temmuz ayında Avusturya-Macaristan elçiliğinin Yeniköy’deki yazlık binasında altı devletin büyükelçilerinin katılımıyla bir kongre toplanır. Görüşmeler bir süre sonra iki tarafın (Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’ya karşılık Fransa, İngiltere ve Rusya) katı tutumu nedeniyle tıkanır. Ancak en azından meselenin temel noktaları açıklığa kavuşmuş olur. İki grubun başını çeken Almanlar ve Ruslar istedikleri sonucu elde etmek için birbirleriyle anlaşmak gerektiğini görmüşlerdir.

Birkaç ay sonra, 8 Şubat 1914’te imzalanan reform antlaşmasının en önemli maddeleri şunlardır:

- Altı vilayet iki ayrı bölgeye ayrılır. İki bölgenin de başına birer yabancı genel müfettiş getirilecektir. (Daha sonra bu görevlere Danimarkalı Westenenk ve Norveçli Hoff atanır)

- Bölgede resmi dairelerde Ermenice ve diğer yerel diller de kullanılacaktır.

- Yerel idare encümenlerinde nispi temsil oranı uygulanacaktır. Ermeni nüfusun vilayet merkezlerinde çoğunlukta olduğu Van ve Bitlis’te bu oran, yapılacak sayıma kadar, yarı yarıya olacaktır. Memuriyetler de imkânlar dahilinde yarı yarıya dağıtılacaktır.

- Genel müfettişlerin kontrolü altında, toprak meselesine çözüm bulunacaktır.

- Ermeni okulları eğitimle ilgili vergilerden Ermenilerin ödediği vergi kadar pay alacaktır.

- Hamidiye Alayları ordu bünyesine alınarak kademeli olarak lağvedilecektir.

Müzakereler sürecinde oldukça aktif bir rol oynayan İstanbul mebusu Krikor Zohrab, Paris’te yaşayan edebiyatçı dostu Arşag Çobanyan’a yazdığı bir mektupta, genel olarak yukarıdaki kazanımlardan duyduğu memnuniyeti dile getirecek, daha sonra Meclis-i Mebusan’da yaptığı bir konuşmayla da, İttihat ve Terakki hükümetine “Şayan-ı şükrandır ki hükümet bin bir türlü gavail-i dahiliye ve hariciyenin içinde bu büyük ıslahatı mevki-i tatbika koymaktan çekinmedi” sözleriyle teşekkür edecektir.

Türkiye’de bazı tarihçiler imzalanan antlaşmayı bölgeyi tamamıyla Rusya’ya teslim eden bir adım olarak görmekten hoşlanır. Açıktır ki, bu düşünce, Ermeni Soykırımı’nın haklı gerekçeleri (Ermeni ihaneti!) olduğu fikrinden ilham almaktadır. Ancak soğukkanlı bir değerlendirme, her kesimin gerekliliğini mutlak olarak kabul ettiği böyle bir antlaşmanın, uluslararası konjonktürün baskısıyla şekillenmiş, Almanya vasıtasıyla Osmanlı devletinin isteklerinin bir kısmının kabul edilmesi ve Rusların bazı bariz tavizler vermesiyle sonuçlanmış bir siyasi uzlaşma olduğunu görecektir.

(Haftaya: Müzakereler sırasında İttihatçılar ve Ermeni partileri arasında yaşananlar)

Hiç yorum yok: