Kürt olmak

Agos, 16 Nisan 2010

Birileri acaba, hiç olmazsa ‘açılım’ lafları edilmeye başladığından beri başlarına gelenlere bakıp, memlekette Kürt olmanın ne mene bir şey olduğu üzerine biraz olsun düşünüyor mudur? Birileri acaba, bir an olsun kendini bir Kürt’ün yerine koyup, şu hengâmede, sokakta, okulda, işyerinde, askerde, bir Kürt olarak yaşamaya çalışmanın hangi hayal kırıklıklarını, hangi korkuları, hangi öfkeleri beslediğini anlamaya çalışıyor mudur?

Ahmet’i düşünen var mıdır mesela? Hani, çocuk yaşta köyü boşaltıldığı için ailesiyle kalkıp İstanbul’a göç etmiş, okul okuyamamış şu çocuğu? Sabah otobüse binip, çalıştığı konfeksiyon atölyesine giderken, yanındakinin gazetesinde Ahmet Türk’ün kanlı suratını görse, ve hasbelkader, o gazete de, Samsun’da yaşananı “Olacağı buydu dedirten olay” şeklinde aktaran Sözcü olsa mesela... Ahmet gazeteyi çaktırmadan okurken, “PKK karşıtı bir genç PKK yanlısı açıklamaları yüzünden eleştirilen Ahmet Türk’ü yumrukladı. Ağzı burnu kanayan Türk zor kurtuldu” cümlelerini okusa, ardından “Sakık saldırganı tehdit etti”, “Polis Türk’ü kurtardı”, “BDP’liler tehdit etti” ifadelerini görse, ne hisseder acaba?

Her gün, her hafta Kürt siyasetçilerin tutuklandığını, bir Kürt gazetecinin ceza aldığını, bir Kürt çocuğun bilmem kaç yıl hapse mahkum edildiğini gören Vanlı bir Recep olsanız mesela, şu yaşadığımız memleketle, onun devletiyle nasıl bir gönül bağı kurarsınız?

Esmer olduğunuz, nüfus kâğıdınızda ‘Tunceli’, ‘Hakkâri’, ‘Diyarbakır’ yazdığı için günde bilmem kaç kere polis tarafından durdurulan, otobüste yanına oturulmak istenmeyen, mahallede kötü gözle bakılan bir Bahtiyar, Hasan, Kadir olsanız, üç kuruş maaşla on küsur saat inşaatlarda ömür törpülüyor olsanız, Türkiye’nin geleceği hakkında hangi hayırhah duyguları beslersiniz acaba?

Meryem olsanız mesela, Diyarbakır’da kızınızı okula götürürken, aklınızda bir başka kız çocuğu, havan mermisinin savurduğu bedeninin parçaları ağaçlardan toplanan küçük bir kız çocuğu olsa, akşam evde kocanızın önüne bir tabak çorba koyarken televizyondan o kız çocuğunun annesinin ağıtlarını dinlemiş olsanız, çalıştığınız kuaförde subay eşlerinin fön yaptırırken şu ya da bu mesele üzerine gülüşüp attıkları kahkahalar hakkında ne düşünürsünüz?

Memleketteki bir avuç toprağı satıp savıp Adapazarı’na gelmiş bir Nuri olsanız mesela; güçbela açtığınız bakkal dükkânı her gerginlikte taşlansa, yakılmak istense; Kürt olduğunuz için sizden alışveriş etmeyen, size kem gözle bakanlarla aynı mahallede yaşıyor olsanız, Kürtçe yayın yapan bir devlet kanalına sahip olduğunuz için çocuklar gibi sevinir misiniz?

‘Açılım’ diye diye

‘Açılım’ edebiyatı başladığından beri, memlekette iki bine yakın Kürt siyasetçi gözaltına alındı, bunlardan yüzlercesi tutuklandı, mahkûmiyet kararı aldı. Unutmayalım, Kürtleri temsil eden parti daha yeni kapatıldı. Kapatılanın yerine kurulan yeni partinin belediye başkanları, yöneticileri, elleri kelepçelenerek tutuklandı.

Açılım paketi açıldığından beri, binden fazla Kürt çocuk, polise taş attıkları gerekçesiyle tutuklandı. Mehmet adında, 18 aylık bir bebek, başına isabet eden bir gaz bombasıyla, 14 yaşındaki Ceylan adındaki bir çocuk da havan topu mermisiyle öldürüldü. 52 yaşındaki inşaat işçisi Resul İlçin, 21 Ekim’de, Şırnak’ın İdil ilçesinde, ‘şüpheli’ bulunan bir araçta yapılan arama sonucunda götürüldüğü karakoldan, 15 dakika sonra ölü olarak dışarı çıkarıldı. Şüpheli araçta çay paketleri vardı...

Dolapdere’de DTP’nin kapatılmasını protesto eden gruba kurusıkı tabancalarla ateş açılmasını hatırlıyor muyuz? Ya, saldırganlar aynı gün serbest bırakılırken, yaralı DTP’linin, hastanede ‘örgüt üyesi olduğu ve yasadışı gösteriye katıldığı ’ gerekçesiyle tutuklandığını? İzmir’de DTP konvoyuna taşlarla saldırılmasını?

Yargıtay’ın, “bölge özelliklerini'' göz önüne alarak, güvenlik güçlerinin ''korktukları” gerekçesiyle halkın üzerine otomatik silahlarla ateş açmasını hukukileştiren kararı hakkında ne düşünüyoruz? Peki ya, gittiği barda Kürtçe türkü isteğinde bulunduğu için bir polis memuru tarafından kurşunlanarak öldürülen Emrah Gezer’in davasının hangi aşamada olduğunu biliyor muyuz?

Gazetelerde ‘Bulanık davası’ diye geçen, Ahmet Türk’ün, duruşma çıkışında saldırıya uğradığı davanın neyle ilgili olduğunu kaçımız hatırlıyor? Çok uzak değil, daha 15 Aralık’ta, Muş’un Bulanık ilçesinde, DTP’nin kapatılmasını protesto eden kitleye, JİTEM elemanı olduğu söylenen bir manifaturacının kalaşnikofla açtığı ateş sonucu iki kişi ölmüş, sekiz kişi yaralanmıştı. Medyada, olayın faili olan esnafın, provokatörlere tepkisi olarak sunulmuştu ya hani… Bu dava, güvenlik gerekçesiyle Samsun’a alınmıştı; işte orada Ahmet Türk’e saldırıldı.

Bir Kürt olsaydınız, bunları duyduğunuzda siz ne düşünürdünüz?

*

Açılım, açılım dedikleri halkla alay etmek mi demek? Ahmet Türk’ün burnunu kırdılar. Zaten Kürtlerin burnunu, kolunu, bacağını her gün, her gün kırıyorlar. Devletin niyeti de, tıyneti de belli...

Peki biz, siz, onlar, sıradan insanlar bu konuda ne düşünüyoruz? Biz gerçekten istemeden, biz gerçekten elimizin taşın altına koymadan barış olur mu?

1 yorum:

Fulya dedi ki...

Cok guzel yazi olmus, her kelimesi icin eline saglik.