Gavras, Güney, Ceylan

Agos, 30 Mayıs 2008

1969’da Costa Gavras ‘Z’ ile Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü kazandığında, ülkesi Yunanistan, Albaylar Cuntası tarafından yönetiliyordu.

Z, demokrat politikacı Gregoris Lambrakis’in faili meçhul bir şekilde sokak ortasında öldürülmesinin ardından yaşananları anlatan müthiş bir politik filmdi. Lambrakis’in nükleer silahsızlanma hakkındaki bir mitingde yapacağı konuşma öncesinde öldürülmesinin ardından, polis ve iktidar olayın üzerini örtmeye, gerçek failleri gizlemeye çalışmıştı. Filmde, Jean-Louis Trignintant’ın canlandırdığı idealist savcı, gerçekleri açığa çıkaran delillere ve tanıklara ulaştıkça önüne bin bir türlü engel çıkarılıyordu.

1951’den sonra siyasi nedenlerle ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış olan Gavras, 1982’de bu defa ‘Missing’ (Kayıp) filmiyle kazandığı ödülü, Yılmaz Güney’le ve onun ‘Yol’ filmiyle paylaştı. Gavras, Kayıp’ta bu defa Şili’ye uzanıyor, General Pinochet’nin kanlı darbesinin ardından ortadan kaybolan gazeteci Charles Horman’ın izini sürüyordu. Unutulmaz Jack Lemmon’ın canlandırdığı Horman’ın babası, oğlunun başına gelenleri çözmeye çalıştıkça, Amerika destekli askeri rejim ve bizzat CIA ajanları tarafından engelleniyordu.

12 Eylül darbesinin ardından yurtdışına kaçan Yılmaz Güney’in filmiyse, sıkıyönetimin en zorlu günlerinde tanınan bir bayram izniyle cezaevinden köylerine gitmek isteyen beş mahkûmun yolda yaşadıkları zorlukları anlatıyor, tüm çıplaklığıyla gerçekçi bir Türkiye resmi çiziyordu.

Ülkelerinden uzakta yaşamak zorunda kalmış bir Türkiyeli ve bir Yunanlı, Güney ve Gavras, o yıl Cannes’da birlikte ödül alırken, gururlu ama kederliydiler.

*

Nuri Bilge Ceylan, Üç Maymun’la Cannes’da en iyi yönetmen ödülü aldıktan sonra “Ödülümü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” deyince, Türkiye’yi büyük bir gurur dalgası kapladı. Ceylan’ın bugüne dek yaptığı usta işi filmlere pek yüz vermeyip onu bir anlamda yalnız bırakan Türkiye, bu cümlenin ardından yönetmeni yere göğe sığdıramadı.

Ceylan’ın, memlekette kızılca kıyamet kopar, darbe çağrıları yapılır, siyasi cinayetleri faili meçhul bırakmak için türlü taklalar atılır, Kürt Sorunu’nu çözmek için hiçbir adım atılmazken, ödülünü tutkuyla sevdiği yalnız ve güzel ülkesine adaması, bana ne yazık ki içi boş bir politik jest olarak görünüyor.

Perihan Mağden, 27 Mayıs tarihli Radikal’de, Ceylan’ın “Türkiye’ye/Türkler’e ‘pedagogca’ yaklaşmak gibi fevkâlâde yararlı bir çizgiyi benimsemiş” olabileceğini söylerken, meseleye bir hayli ‘iyimserce’ yaklaşıyordu.

İnternet sitelerindeki okur yorumları ve forumlardaki tartışmalarda, “Biz ödül almak için bu ülkeyi satanları çok gördük, helal olsun Ceylan’a!” minvalindeki yaveleri gördükçe, o pedagogca yaklaşımın gerçek işlevi konusunda insan ister istemez şüpheye kapılıyor.

Hiç yorum yok: