‘İnkâr’ın çekim gücü

Agos, 8 Ocak 2010


Türkiye’nin kapağını sıkı sıkıya kapatmaya uğraştığı, içi hortlaklarla dolu korku bavulunun en korkutucu unsuru, 1915 tarihinin simgelediği cinayetler. O cinayetlerin, kanla, canla, yani insan hayatıyla ilgili olan boyutunun yanı sıra, dille, kültürle, toplumsal yaşamla, ma
l mülkle ilgili olan boyutu da var muhakkak. Ve o tarihle simgelenen cinayetlerin tüm dünyada ‘soykırım’ olarak tanımlanıyor olmasının da, bütün bu boyutlarla bağlantısı var.


Bu durum, Türkiye’nin yıllardır saldırgan bir şekilde sürdürdüğü ‘inkâr’ tutumunun sonuçlarından biri aynı zamanda. Çünkü tüm dünya, geçmişte neler yaşandığını iyi biliyor ve bunlar bilinirken, Türkiye’nin bunca gayretkeş bir şekilde, anlatılanların gerçek olmadığını, dahası, yaşananların, Ermenilerin, yani kurbanların suçu olduğunu haykırıp durması, ortada büyük bir yalan olduğunu düşündürüyor insanlara. Bugün inkârı bu kadar hararetle savunan bir Türkiye’nin, geçmişte vatandaşlarına neler yapmış olabileceği sorusu, vicdanlarda Türkiye’nin suçların en ağırıyla, soykırımla mahkûm edilmesine neden oluyor.


İnkârın en keder verici yüzlerinden biri, Ermeni kültürel varlığının bu topraklardan silinmesinin onyıllardır bir devlet siyasetine dönüşmüş olması. Anadolu toprakları üzerindeki binlerce Ermeni kilisesi, okulu ve mezarlığından geriye kalanlar iki elin parmaklarını geçmiyor. Memleketin neresine gitseniz, ahıra, kaymakamlık binasına, spor salonuna dönüştürülmüş bir kiliseye, el konmuş ve kim bilir eşraftan hangi ağanın malı olmuş bir Ermeni evine rastlıyorsunuz.


Devletin yok olmasına göz yumduğu, hatta yok edilmesini teşvik ettiği tarihi yapılar, doğaldır ki, aynı devletin betondan okul sıralarından geçmiş toplumda herhangi bir duyarlılık yaratmıyor. Halbuki yok edilen sadece Ermenilerin değil, bu toprakların ortak kültür mirası.


*


Bu bilmezlik, bu umursamazlık hali, gün geliyor, kadim zamanlardan kalma bir Ermeni kilisesinin yıkıntısının, iyi görüntü veriyor diye müzik videolarına, reklam kampanyalarına mekân olması sonucunu doğuruyor. Bunun son örneklerinden biri, “Turkcell’in çekim gücü’ sloganıyla yayımlanan reklam filmi.


Turkcell’in ne kadar geniş bir kapsama alanına sahip olduğunu göstermek için çekilen filmde, doğudan batıya, kuzeyden güneye Türkiye’nin güzellikleri eşliğinde, kadın erkek, genç yaşlı pek çok insan, bir ağızdan “Turkcell’in çekim gücü” şarkısını söylüyor. Görüntülerden biri ise, Ermenistan sınırındaki tarihi Ani kentindeki, yıkık haldeki Surp Asdvadzadzin katedralinin önünde çekilmiş.


Ermeniler için büyük tarihi öneme sahip olan, ama devletimizin bir türlü Ermenilerle olan ilişkisini kabul edemediği, adını ‘Anı’ Ören Yeri’ne çevirdiği tarihi Ani kentinin o eşsiz mimarisinin, bugüne yıkık dökük bir halde ulaşmış kederli hatırasının önüne bir ihtiyarla birkaç çocuğu koyup, coşkun kahkahalar eşliğinde cep telefonu reklamı yapmak; şöyle bir dönüp, ne tür bir tarihsel mirası, birileri için kim bilir hangi değerleri ima eden bir tarihsel mirası fon yaptığını kendine sormamak, devlet-i âlimizin o hoyrat inkâr politikasından ayrı düşünülebilir mi?

1 yorum:

Faysal Baysal Utku dedi ki...

Belki de çok geç farkına vardık bir yalan imparatorluğunun üzerinde yaşadığımızın. Şimdi, okuduğumuz bir yazı, duyduğumuz bir ses, pişen yemeğin kokusu, rüzgar, güneş ve daha niceleri çoktan unutulmuş, uykuya dalmış bir şeyleri uyandırır gibi. Meğer hepsi bir yerlerde kök salmış, uyandırılmayı bekliyormuş. O, elimizi uzatsak tutacakmışız gibi duruyor. Aramızdaymış gibi davranıyor ve susuyor. Fakat biliyoruz. Aslında aldatıyor bizi. Artık aramızda değil bilakis çok daha derinlerde içimizde yaşıyormuş.