Sınıf ve kimlik arasında

Agos, 22 Ekim 2010

ÖDP’nin düzenlediği ‘Kürt Sorununda Çözüm Önerileri’ başlıklı çalıştay, anlamlı bir girişimdi. Hem sol adına çözüme mütevazı bir katkı sunmak bakımından, hem de son yıllarda yapıcı siyaset anlamında pek de olumlu bir görüntü çizmemiş partinin bu durumu değiştirmeye çalışması bakımından.

Sosyalist solun Kürt meselesiyle ve Kürtlerle ilişkisi, önemli sorunlar barındırır. Kürt siyasi hareketini kalabalığa ihtiyaç duyulduğunda başvurulacak bir tür insan deposu olarak görmek, Kürtlere karşı bir tür ağbilik konumundan konuşmak, sınıf mücadelesi gibi daha yüce bir alan varken kimlik siyaseti gibi aşağı bir siyaseti tercih ettikleri için onları hor görmek, Kürt hareketinin kökünün dışarıda olduğu iddiasının arkasına gizlenmek bu sorunların başlıcaları.

Çalıştayda, bu arızaların pek çoğunun hafiflemiş, törpülenmiş olduğunu görmek sevindiriciydi. ÖDP Başkanı Alper Taş’ın konuşması, Kürt sorununda demokrat bir perspektifi ortaya koyuyordu. Bunda, sol hareketin giderek daha sınırlı bir kitleyi etkiler hale gelmesinden ileri gelen bir gerçekçilik kadar, Kürt hareketinin geçmişe nazaran rüştünü ispat etmiş olmasının da önemli payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sol açısından, ‘Kürtlerden nasıl yararlanabiliriz?’ sorusundan, ‘Kürtler için ne yapabiliriz?’ sorusuna geçmek kendi içinde önemli bir dönüşümü ifade ediyor.

Elbette ki, BDP’lilere, kimlik siyasetini bir kenara bırakıp sınıf siyasetini yükseltmeleri gerektiğini söyleyen konuşmalar da yapıldı salonda, ama onlarda dahi, Kürtlerin Kürt olmaktan kaynaklanan baskılara uğradığını gören daha makul bir anlayışın izleri okunuyordu.

Kürt sorunu elbette ki sınıfsal ‘da’ bir sorun. Ama eski sınıfsallık algılarına sığmayacak kadar çok boyutlu ve kompleks bir mesele aynı zamanda. BDP şüphesiz bu durumun farkında, dolayısıyla, stratejilerini gözden geçirmek, onlardan daha acil olarak sola düşüyor. Sınıf mücadelesinin salt sınıflarla ilişkiden ibaret olmadığına, bütün hak taleplerine duyarlı olmayı gerektiren daha esnek bir mekanizmayı gerektirdiğine dair bir iradeden söz ediyorum.

Kürtlere ağbilik eden anlayışın dönüşmesini olumlu bulurken, Kürt hareketini bir tür siyasi eleştirilmezlik ve dokunulmazlık halesiyle donatmak yolunda bir yüceltmeye gidilmemesi gerektiğini de bir uyarı olarak not etmek lazım. BDP içinde veya dışında, parti politikasından biraz daha bağımsız hareket eden Kürt seslerinin bu toplantıda temsil edilmemesi bir eksiklikti. Bu anlamda, Kürt hareketinde çoğulculuğa kapıları kapatmanın ve BDP yönetimini tek muhatap kabul etmenin sol açısından sorunlu bir tutum olacağını görmek gerekir. Doğru pozisyon, daimi bir dayanışma çağrısı ve yapıcı bir eleştirellik içinde olmaktan geçiyor:

Haklı olmak yeter mi?

Siyasi tutuklamalar ve baskılarla boğuşmak zorunda olan BDP’nin, bir yandan da bölgede geniş bir seçmen tabanına sahip olan ve bunu giderek genişletmeye çalışan AKP’yle rekabet etmesi elbette kolay değil. Ancak bu noktada, rakip partinin Kürt nüfus nezdindeki varlığını kategorik olarak reddetmenin pek de demokratça bir tavır olmayacağını söylemek gerek. ‹ktidar partisinin bir siyasi parti olarak örgütlenme ve çoğalma arzusunu her seferinde “AKP kendi Kürtlerini yaratıyor” diyerek mahkûm etmek de sorunlu ve mücadeleyi sekteye uğratacak bir bakış açısı.

BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak çalıştayda, Kürtlere “Ya asimile ol ya ayrıl!” diyen ulus devlet politikasının yok ediciliğine dair güçlü bir tespitle girdiği konuşmasında, partinin Demokratik Özerklik siyaseti hakkında bilgi verdi. Bir tür yerinden yönetim modeli olan bu programı sadece Kürt illeri için değil bütün Türkiye için arzu ettiklerini söyleyen Kışanak, devletin zaten Kalkınma Ajansları yoluyla Türkiye coğrafyasını 23 bölgeye ayırdığını, kendi önerilerinin de etnik değil bölgesel nitelikli olduğunu ve bunu da çağdaş demokrasinin gereği olarak gördüklerini söyledi.

Yerinden yönetim gerçekten de Türkiye’nin yaşaması gereken dönüşümün en önemli ayağı. Koca bir coğrafyayı Ankara’dan belirlenen yekpare politikalarla yönetmek, yerelin sesine ve taleplerine kulak tıkamak, siyasetin yerinden üretilmesine engel olmak bu köhnemiş rejimin kadim alışkanlığı ve bu alışkanlığın yeni zamanlarda yeri yok. Ancak BDP’nin de bu programın içini nasıl doldurduğunu net bir şekilde açıklaması gerekiyor.

Öte yandan, içi nasıl doldurulursa doldurulsun, tepesinde ‘özerklik’ yazan bir yerinden yönetim paketinin, Türkiye’nin batısında bir bağımsızlık projesi olarak algılanacağına ve daha baştan reddedileceğine de emin olabiliriz.

Bu bakımdan, Orhan Miroğlu’nın demokratik özerklikle ilgili olarak “yanlış zamanda doğru talep” şeklinde ifade ettiği eleştiriyi dikkate almak şart. Koşullar olgunlaşmadan dile getirilen haklı taleplerin, var olan kutuplaşmaları derinleştireceği gibi, meşruiyetini de yitireceğini hesaba katmalı. Bu bakımdan, Türklerin Kürtleri dinlemesinin elzem olduğu kadar, Kürtlerin de Türklerin ruh halini göz ardı etme lüksü olmadığını söyleyebiliriz.

BDP’nin AKP yayılmacılığı karşısında kendi kitlesini toparlama yönünde bir çaba içinde olması elbette ki anlaşılır, ancak meselenin asıl çözümünün Türkleri ikna etmekten geçtiği de unutulmamalı. Milliyetçi pompalamaların etkisi altındaki nüfustan koparılacak her taş, daha demokratik bir Türkiye hedefine biraz daha yaklaşmak anlamına gelecek.

Velhasıl, sadece haklı olmak değil, o haklılığı karşısındakine anlatacak yolları bulmak gerekiyor. Bu da, sadece devletle, hükümetle mücadele etmeyi değil, topluma bakmayı, onları muhatap almayı ve siyasetin dilini buna göre kurmayı gerektiriyor. BDP içerisinde, “Taleplerimizi Fırat’ın batısına nasıl daha inandırıcı ve etkili bir şekilde anlatabiliriz?” sorusuna yanıt arayacak bir farkındalığın daim kılınması büyük önem taşıyor.

Ödevi daha çok Kürtlere yüklemenin haksızlık olarak algılanabileceğinin farkındayım. Ama mevcut durumdan memnun olmayan ve onu değiştirmek isteyenler bizlersek, daha ince stratejiler geliştirmesi gerekenler de bizleriz.

Hiç yorum yok: