“Kral olamazsın demedim”

Agos, 14 Kasım 2008


Devlet aklının mahsulü

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Brüksel’deki sözleri, birer insanlık suçu olan tehciri ve mübadeleyi adeta bir İttihatçı gibi savunması, Türkiye’nin kangrenleşmiş sorunlarının ne kadar derin köklere sahip olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.

Bizler uzun zamandır, devlet fetişizmini ideolojisinin merkezine oturtan İttihatçı düşüncenin günümüzdeki taşıyıcılığını, CHP’nin temsil ettiği merkeziyetçi, milliyetçi, devletçi kanadın ve aynı ideolojinin mütemmim cüzü olan komitacı gözü karalığı ise, Ergenekon davasıyla kirli işleri bir bir ortaya dökülen ulusalcıların taşıdığını düşünüyoruz. Bunda haklıyız da…

Yine de, unuttuğumuz bir şey var. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki harcın bileşenleri arasında önemli bir yer tutan İttihatçı ideoloji, bir tür yamalı bohçayı andırıyordu. O ideoloji kuşaklar boyu devlet aklı ve devlet adamlığı tavrınca içselleştirilmiş, milli eğitim, milli tarih, militarizm, milliyetçilik gibi mekanizmalarla tüm topluma belletilmiş, hem yönetici seçkinlere hem de topluma hiza vermişti.

Valilik, müsteşarlık ve bakanlık görevlerinde bulunmuş bir Vecdi Gönül, bir ‘devlet adamı’, bugün siyaseten ulusalcılardan epey uzak bir yerlerde duruyor olabilir. Ancak onun son sözleri, düşünsel altyapısının, harcına karışmış değerlerin diğerlerinden hiç de farklı olmayan bir kaynaktan geldiğini gösteriyor.

Aksi takdirde, reform ve demokratikleşme iddiasındaki bir hükümetin bakanı olarak, 20. yüzyıl başlarının, Hobsbawm’ın deyişiyle ‘aşırılıklar çağı’nın en karanlık sahnelerini, insanlığa karşı işlenen suçları bir asır sonra, bambaşka koşullar altında övmesi, bunları bugünün Türkiyesini meydana getiren büyük dönüşümün adımları olarak alkışlaması mümkün olur muydu?



“Kral olamazsın demedim”

Bakan Vecdi Gönül’ün Brüksel’deki açıklamaları, benim aklıma, hiç yaşamamış bir Almanya Savunma Bakanı’nın, Thomas Herz’in (tesadüfe bakın, onun da soyadı ‘Gönül’) bir zamanlar vermiş olduğu şu demeci düşürdü:

“Ben Essen Ticaret Odası’nda da bir dönem görev almıştım. Bu odanın kurucuları arasında bir tek Alman yoktu ve tamamı Yahudilerden müteşekkildi. (…) Bugün eğer Almanya’nın birçok yerinde Yahudiler devam etseydi. Bugün acaba aynı Alman milli devleti olabilir miydi? Bu etnik temizliğin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum ama eski dengelere bakarsanız bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır.”

Bakan Herz’le bakan Gönül’ün tanışmışlığı, karşılıklı birer fincan kahve içmişliği var mıdır, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, bakan Herz’in bu demecinden sonra bakanlık koltuğunu ısıtmaya çok da uzun süre devam edemediği; makamından indikten sonra da, her nedense, ortalıkta makbul bir politikacı olarak dolaşamadığı.

Peki, bakan Gönül’ün bugün sahip olmakla övündüğü ‘milli devlet’ gerçekten övünülesi bir şey midir? İnanın, onu da bilmiyorum. Bildiğim, yaşadıklarımızın ruhumuzda bıraktığı izlerden ve dönüp etrafıma baktığımda gördüğüm şu ‘milli’ manzaradan ibaret:

Müslüman-Laik, Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi pek çok ağırlık noktasında her geçen gün daha da ayrışan, sorunlarının üzerine eğilmektense onları halının altına süpürmeyi alışkanlık haline getirmiş, adeta aynı dili konuşmaz hale gelmiş bir ‘milli’ toplum; darbelerden, militarizmden, ekonomik krizlerden, bin bir çeşit ayrımcı uygulamadan, ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından, azınlıkta kalanın, zayıf olanın ezim ezim ezilmesinden müteşekkil bir ‘milli’ tarih; gayrimüslimlerin mallarına, topraklarına konarak, ithal ikameciliğin pamuklu bezleriyle sıkı sıkıya korunarak, çalışanların örgütlenme hakkını sistematik olarak gasp ederek semiren bir ‘milli’ burjuvazi…

Kaç gündür düşünüyorum. “Ben sana milli devlet olamazsın demedim, adam gibi bir devlet olamazsın dedim” diyen bir masal var mıydı, yoksa hafızam bana oyun mu oynuyor?


‘Türkiye’de yaşama hakkı’na karşılık ‘yaşama hakkı’

Bakan Gönül’ün sözleri elbette basit bir sürçülisan değil; ayrımcı bir zihniyetin, kendi zorbalığından memnun bir milliyetçiliğin en çıplak dışavurumu.

Vecdi Gönül, esasen, “Bizim bir ulus devletimiz var. Ne yapsak, ne söylesek mubah ve meşru. Tarihi de biz yazarız, kimin dost, kimin düşman olduğuna da biz karar veririz” diyor.

Bakan, konuşmasında ‘neyşın bilding’ diye birkaç kez andığı ulus inşasının ancak ve ancak zorbalıkla mümkün olduğunu zannediyor. Ulusun, nihayetinde bir toplumsal sözleşmeye dayandığını es geçiyor.

Gönül, temsil ettiği siyasi hareketin de mağduru olduğu ceberut devletin paydaşlığına göz kırpıyor. Makbul sayılma isteği gözünü o kadar karartmış ki, insanlığa karşı işlenen suçların, etnik temizliklerin suç ortaklığını dahi üzerine alıyor.

Oysa o devletin asıl sahipleri, çok daha ehlileşmiş olduklarından, sınıf atlamak için yırtınan ama hata üstüne hata yapan sonradan görmeye bıyık altından gülen sinik aristokratlar misali, Gönül’e doğru yolu gösterecekler. Güngör Mengi’nin sözlerine bakalım:

“Türkiye düşmanları, Bakan’ın sözlerinden yola çıkarak Türk devletinin ırkçı içgüdülerle davrandığını, azınlıkları tasfiye amacına yönelik politikaları bilinçli olarak yürüttüğünü iddia edecekler, Bakan Gönül’ü de itirafçı tanık göstereceklerdir.” (‘Bu Söz Hemen Geri Alınmalı!’, Vatan, 11 Kasım)

Sanki sözü edilen devlet bugüne dek hiç “ırkçı içgüdülerle davran”madı, sanki hiç “azınlıkları tasfiye amacına yönelik politikaları bilinçli olarak yürüt”medi.

*

Gönül, memlekete dönüşünde verdiği demeçte, basının sözlerini çarpıtarak aktarıldığını söylemiş; ne kadar özgürlükçü ve demokrat olduğunu gösterme fırsatını kaçırmamış: “Bugünkü azınlıklarımız bizim zenginliğimizdir. Bugünkü azınlıklarımız ayrıca bizim hoşgörümüz sebebiyle Türkiye’de yaşamamaktadırlar, onlar hakları olduğu için Türkiye’de yaşamaktadırlar.”

Bakanın dün/bugün, haklılık/haksızlık konularını yeniden düşünmesi, geçmişte bu topraklar üzerinde yaşayan “azınlıklarımız”ın neden burada yaşamayı “hak etmediğini” açıklaması gerek. Bugün “hakları olduğu için Türkiye’de yaşayanların” gelecekte hangi koşullarda bu hakkı kaybedeceğini; onları tehcir etmenin, mübadeleyle sürmenin, ‘yaşama haklarını’ ortadan kaldırmanın hangi şartlarda meşru olacağını da…

Ne de olsa, bugün de ortalıkta ‘milli devlet’in tehlikede olduğunu düşünen mebzul miktarda insan var. Ya onlar, savunma bakanına ve başbakana kulak verir de pompalı tüfekleri kuşanıp “kendilerini savunma” yoluna giderse?

Hiç yorum yok: