Moris'le Kirkor'un İstanbul'u

Agos, 26 Aralık 2008

İstanbul’un, 2010 Avrupa Kültür Başkenti tanıtım filminde gayrimüslimleriyle, kilise ve sinagoglarıyla, mutlu, eğlenceli, huzurlu, kendisiyle barışık bir fotoğraf vermeye çalışması, şu ‘şecere günleri’nde ne kadar da kötü bir şaka gibi duruyor.


İnsan düşünüyor: Filmde Moris ve Kirkor’a
sunulan teşekkürlerin hayatlarımızda bir karşılığı var mı, yoksa varmış gibi yapmamız mı isteniyor? Moris, Kirkor, Ester ya da Anna olduğumuz için şimdiye dek hiç şükrana, teşekküre benzer bir jestle onurlandırıldık mı ki?

Abdullah Gül’ün annesinin Ermeni kökenli olduğu iddiasının onun güvenilmezliğine kanıt olarak gösterildiği, bu tavrı kınayanların pek çoğunun olayı ‘hakaret’ çerçevesinden gördüğü, cum
hurbaşkanının ise, çok daha farklı mesajlar vermek varken, olayı Türk ve Müslüman olduğunu bir kez daha ispat etmenin fırsatı olarak değerlendirmeyi tercih ettiği bir ülkede, cevabı belli sorular...

İstanbul’un yapay bir mutluluk ve huzur fotoğrafına kıstırılmasının ne büyük bir haksızlık olduğunu ve kentin çok daha fazlasını yaratıp paylaşacak gücü olduğunu, Karin Karakaşlı her zamanki ışıltılı kalemiyle yazdı (Radikal İki, ‘İstanbul... Başkentsiz Bir Memleket’, 30 Kasım 2008).

Biz oraya değil, meselenin diğer yüzüne bakalım.
O yapay İstanbul’u yaratmak isteyenlerin, gayrimüslim hemşerilerinden, hangi hakla o fotoğrafta bir renk, bir süs olmaya gönül indirmelerini talep ettikleri ve buna razı olmanın ne anlama geldiği üzerinde duralım.


Kültür başkentinin gülen yüzlü cemaati olmak

Agos’ta da haber oldu. Ermeni toplumu İstanbul 2010 Kültür Başkenti çalışmalarına çeşitli projelerle katılacak. Düzenleyici komitenin Patrikliğe gönderdiği çağrı sonucunda çeşitli toplantılar yapıldı, bazı kararlar alındı, bir yürütme komitesi oluşturuldu.


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Erme
ni Cemaati Projeleri Yürütme Kurulu Başkanı Nazar Büyüm, amaçlarını, “Toplumumuzun kendi kültürel değerlerini en etkin biçimde ortaya koyması gerekiyor. Ermenilerin, Ermeni kökenli kültür ve sanat insanlarının İstanbul kentine geçmişten bugüne yaptığı eşsiz katkıların vurgulanması için, Türkiye Ermeni cemaatinin de tıpkı öteki cemaatler gibi sanatsal etkinlik, yayın ve benzeri alanlarda proje geliştirmesi hepimizin ortak hedefi…” sözleriyle açıklıyor.


Grubun iyi niyetle hareket ettiğinden zerre şüphe duymasak da, iyi niyet taşlarıyla döşeli yolların insanı her zaman cennete götürmediğini biliyoruz.

Terazinin bir kefesinde, Avrupa Kültür Başkenti benzeri büyük projelerin toplumsal dönüşüme ivme kazandıran bir yönü olduğu gerçeği var. Bu sayede, İstanbul’un gayrimüslim topluluklarının kentin geçmişinin ve bugünün birer parçası olduğu bilgisi, İstanbulluların ortak bilincine bir nebze yerleşebilir elbette. İstanbul ve Türkiye hakkında karar verme yetkisine sahip muktedirlerin bu coğrafyayı azınlık toplumlarının gönül rahatlığıyla yaşayıp kültür ürettikleri bir yer olarak göstermeye çalışması da, zihinlerde değişen bir şeyler olduğunu gösterir.

Yine de, üzerinde durulması gereken sorunlar var: Yaşanan ve hâlâ yaşanmakta olan haksızlıklarla ilgili sorunlar. Kentin her yerinde yükselen bayrak direkleriyle simgelenen toplumsal iklim karşısında Ermenilerin, Rumların, Süryanilerin, Yahudilerin gündelik yaşantısının giderek zorlaşması mesela... Türkiye’nin kadim gayrimüslim topluluklarının izlerinin silinmesi için verilen bilinçli çaba, cumhuriyet tarihi boyunca dertlerini yüksek sesle dile getirmeye cesaret etmiş yegâne Ermeni’nin gerçek katillerinin bulunması yönündeki emeklerin geçen iki yılda hep engellerle karşılaşması gibi ağır meseleler var...


Bu şartlarda, İstanbul’un mutlu mesut gayrimüslim hemşerileri olarak aile fotoğrafında yer almak içimize gerçekten siniyor mu?

Peki, ya aile fotoğrafı çekildikten, evli evine köylü köyüne döndükten sonra ne olacak? Aynı korkularla, aynı baskılarla, aynı yasla baş başa mı kalacağız?


Bizlere tanıtım filmlerindeki pırıltılı, güvenli yaşamı sağlaması gereken devlet adamlarının, “Hadi gelin, projelerinizi sunun, siz de kendinizi anlatın” demelerine karşılık, onlara “Asıl siz bizim yaşamımızı kolaylaştırmak için ne yapacaksınız?” diye sormayacak mıyız?

Hiç yorum yok: