Bir konser, bir savaş ve duyarsızlık

Şehirde yaşayanlar, hele İstanbullular, sokaktaki gürültüye, yüksek sesle müzik çalınmasına alışkındır. Özellikle kalabalık caddelerde her zaman bir tanıtım vardır; bir konserin, bir ticari ürünün, bir eğlencenin, bir kutlamanın, şamatacı, çığırtkan, tantanalı uğultusu hâkimdir her yana... İnsanların, günlük telaşe içerisinde, duysalar da çoğu zaman neyin gürültüsü olduğunun ayırtına varmadığı, kimi zaman da duymazdan geldiği sesler. Oysa, geçtiğimiz hafta, Taksim’de, yan yana iki sokak standından yükselen iki farklı müziğin yarattığı iç burkan çelişkiye kayıtsız kalmak pek kolay değildi.
Ses ayarı köklenmiş, hoparlörü daha çok bağıran standda “Miniaturk konserleri”nin tanıtımı yapılıyor, hareketli bir müzik eşliğinde, heyecanlı bir ses, dünyanın en önemli olayını duyururcasına, gelip geçenleri haberdar ediyordu:
Yaz Konserleri’nin ilk gününde Sunay Akın’ın ‘Miniaturk’ başlıklı sunumunun ardından Sertab Erener ve Redd sevenleriyle buluşacak. Daha sonra sırasıyla; Hande Yener (24 Ağustos), Serdar Ortaç (25 Ağustos), Yavuz Bingöl (26 Ağustos)
Diğer stand daha ağırbaşlı, çok daha sakindi. Küçük bir masanın etrafında, İsrail saldırılarının ardından yüzlerce insanın öldüğü, binlerce insanın yaşadığı yeri terk etmek zorunda kaldığı, altyapısı önemli ölçüde zarar görmüş Lübnan’a yardım kampanyası kapsamında, bağış toplanıyordu. Çalan ağır müzik, yandaki şamatanın etkisiyle olacak, daha bir hüzünlü geliyordu kulağa.

Aynı belediye tarafından kurulan iki tanıtım standı, birbirinden bu kadar uzak, bu kadar kopuk iki gerçekliğe dikkat çekmeye çalışırken, bu kadar yakın, bu kadar iç içe. Biri diğerini, güçlü güçsüzü ezercesine… Bir tarafta, ölümler, keder, çaresizlik, öte tarafta hepi topu iki üç saatlik bir yaz akşamı eğlencesi. Geçen hafta, Lübnan’daki krizle ilgili Türkiye’de yükselen barış taleplerinin inandırıcılığından şüpheyle söz etmiştik. Duyarsızlığın, sözü edilen inandırıcılığı sağlamak için uygun yollardan biri olmadığı çok açık.
1 Eylül 2006

Hiç yorum yok: