Sırpuhi Düsap’a bir mezar taşı

Geçtiğimiz günlerde Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan, beş öncü Ermeni feminist yazarla ilgili “Bir Adalet Feryadı” adlı kitabın foto-albüm bölümünde ilginç bir gerçeğe dikkat çeken iki siyah beyaz fotoğraf yer alıyor. Fotoğraflardan daha yeni tarihli olanında, ilk Ermeni kadın romancısı ve en önemli kadın hakları savunucularından Sırpuhi Düsap’ın Feriköy Latin Katolik Mezarlığı’ndaki aile mezarı görülüyor. Had safhada sade bir mezar bu, üzerinde ne Sırpuhi Düsap’ın ne de eşi Paul Dusap’ın adları var. Orada öylece duran, isimsiz, tarihsiz, geçmişsiz, sahipsiz bir beton mezar...
Üç önemli romanı, “Mayda,” (1883) “Siranuş” (1884) ve “Araksiya ya da Mürebbiye” (1887) ile, yaşadığı dönemde adeta bir deha mertebesine erişmiş, sonraki kuşakları, özellikle de ardından gelen kadın aktivistleri bir hayli etkilemiş Sırpuhi Düsap... Eşi, Fransa’da doğup İstanbul’da yaşamayı seçmiş, bestekâr, orkestra şefi, Sultan Abdülhamid döneminde Mızıka-i Hümayûn şefliği yaptığı için “Paşa” unvanı almış Paul “Dussap”, bu mezarda yatıyorlar.

Aynı sayfadaki, ünlü Teotig’in 1914 yıllığından alınan, bir hayli eski diğer fotoğrafta, bu mezarın 1914’teki hali... Fakat, bu iki fotoğrafın gerçekten aynı mezara ait olmasına imkân var mı? Kocaman, anıt benzeri bir mezar taşı, büyük harflerle “FAMILLE DUSSAP” yazısı ve Sırpuhi Düsap’ın adının altında Fransızca bir metin. Mealen şöyle:
Burada, erdem dolu bir yüreğe ve incelik dolu bir zekâya sahip, takdire şayan eş ve anne, 16 Ocak 1901 tarihinde vefat etmiş, Sırpuhi Düsap yatıyor. Ebedi saygı ve özlemle...

Anlaşılan o ki, 1901’de hayatını kaybeden Sırpuhi Düsap’ın ve eşinin gömülü olduğu aile mezarı, aradan geçen yüz yılı aşkın sürede, bugün bize malum olmayan bir sebepten ötürü yıkılmış. Deprem, yıldırım, bir kaza, hoyrat eller... Bilinmiyor. Bilinen, hayatını bir ideal uğruna yaşamaya adamış, ardında birbirinden güzel üç roman bırakmış, ömrü vefa ettiğince kadınların toplum içerisinde daha iyi bir yer edinebilmeleri ve erkekler tarafından ezilmemeleri için çaba göstermiş, aile kurumuna zarar verdiği gerekçesiyle sert eleştirilere uğramış ama hiç yılmamış bir kadın yazarın, İstanbul’un göbeğindeki bir mezarlıktaki son durağının, öylece, mahzun, boynu bükük durduğu.
Soru şu: Ardında bıraktığı eserlerle sonsuza dek yaşayacak olan Sırpuhi Düsap’ın bizlere bıraktığı son hatırayı onun adına yakışır bir hale getirmek mümkün olabilir mi? O mezarın, eski hali kadar görkemli olması mümkün değil belki; kim bilir, belki gerekli de değil... Düsaplar için mütevazı birer mezar taşı, o iç karartan betonun yerine de, kırk yılın başı bir edebiyatseverin gelip bir demet çiçek bırakması için bir avuç toprak, hepsi bu… Hay Gin kadın platformu, 2003 yılında, Şişli Ermeni Mezarlığı’nda Zabel Asadur (Sibil) için buna benzer bir girişimi başarıyla gerçekleştirmişti. İstanbul’daki Ermeni toplumu, kadın grupları, dini yortularda kilise çıkışlarında cemaate “sarı gül”ler dağıtan belediyeler... El birliğiyle, küçük de olsa bir şey başarmak için umut var mı?
1 Eylül 2006

Hiç yorum yok: