İttihatçılardan bugüne

Agos, 28 Eylül 2007

Neredeyse yüz yirmi yıl önce başlamış bir hareket İttihatçılık. Abdülhamid’in merkezi otoriteyi, saltanatın imajını güçlendirmeye ve uluslararası ilişkilerde idare-i maslahata dayalı politikalarının batmaktan kurtaramadığı imparatorluğu düzlüğe çıkarmak için ortaya çıkmış bir gizli örgüt.

Salt bu değil elbette. Örgüt, cemiyet, komite, parti tanımlarını aşan, bir ruh halinin, bir dünya kavrayışının, bir davaya kökten (hem de nasıl!) bağlılığın cisimlendiği bir inançlar karması. Müflis imparatorluğun hayata tutunmaya çalıştığı son dal.

Üzerinde bugün bile tartışılan ve hakkında ciddi bir uzlaşmaya varılamamış bir yamalı bohça. Yapıp ettikleri son yüz yılın Türkiyesi’nin kaderini ciddi ölçüde etkilemiş, imparatorluktan ulus-devlete geçişi başlatan adımları atan grup; dahası, bu yöndeki en şiddetli darbeleri vurmaktan çekinmeyen nesil.

Kurtarmaya çalıştığı imparatorluğun ve onun ima ettiği kimi değerlerin mezar kazıcısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve onun bazı çocukluk hastalıklarının banisi.

Fransızca kitaplardan derlenmiş pozitivist fikirler sepetinden otoriterliği, şiddet eğilimini, seçkinciliği, toplumsal mühendisçiliği almış, yaşamın, hem fertler hem de toplumlar düzleminde, güçlü olanın ayakta kalacağı Darwinci bir doğal seçilim yarışı olduğuna mutlak surette inanmış; bazı istisnaları olmakla birlikte, önemli bir kesimi ideale ulaşma yolunda bütün engelleri, yasalara, normlara, vicdana aykırı yollarla bile olsa ortadan kaldırmayı şiar edinmiş; gözünü budaktan sakınmaz, ele avuca sığmaz, “önce yapan, sonra düşünen” bir cevval erkekler topluluğu.

Üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın “Ömrümün sonuna dek bir İttihatçı olarak yaşadım” demesine yol açacak İttihatçı aksiyon ruhu, bugün yaşadığımız pek çok sorunun kaynağında değil mi? Onun, İnönü’nün, Peker’in, Saraçoğlu’nun icraatlarında İttihatçılık, günümüze sağlam temelli köprüler atmadı mı?

Paranoyalarla çevrili mevcut siyasi ortamı; düşünüp taşınmaya, tartışmaya değil, tavır alıp hareket etmeye dayalı hâkim toplumsal zihniyeti; kendini devletin tek ve yegâne sahibi, doktoru, kurtarıcısı, halaskârı olarak gören eli silahlıları; ali kıran baş kesen milliyetçi-ulusalcı eylem adamlarını (sanatta, sokakta, baroda, her yerde); siyasetçileri düşünelim.

Bu tür İttihatçılığın sonu geldi mi? Yoksa, ‘zinde güçleri’yle, darbe planlayıcılarıyla, Hayalleriyle, “bir bebekten katil yaratanlar”ıyla, türkücüleri ve ozanlarıyla, İttihatçılık demokratikleşiyor, tabana mı yayılıyor? Talat’ların, Enver’lerin, eli kanlı Bahaeddin Şakir’lerin, Azmi’lerin taklitleri, tetikçileri aramızda mı?

Profesör Boğos Levon Zekiyan, ‘Ermeni Sorunu’ bağlamındaki bir konuşmasında, ‘gelenekçi’ Abdülhamid’in 33 yılda bitiremediği işi, ‘modernleşmeci’ İttihatçıların bir çırpıda gördüğüne dikkat çekiyordu. Büyüklerinin bitirmeden bıraktıkları ne kaldıysa, onu da bugünkü Neo-İttihatçıların halletmesine, Türkiye toplumu izin vermeyecektir.

Hiç yorum yok: