Saraya da almışız, nazır da yapmışız!

Agos, 25 Ocak 2008

ABD’nin Irak işgalini protesto etmek için düzenlenen bir gösteriye katılmak üzere arkadaşlarla Kadıköy’e geçiyoruz. Vapurda, arka sıramızda oturan sendikalı bir işçi grubunun konuşmasına kulak misafiri oluyorum; onlar da aynı gösteriye gidiyorlar. Haydarpaşa’ya yanaştığımız sırada, içlerinden biri konuşuyor:

“Şu binaya bak, bunu da Ermeni mimarlar yapmış.”

Dikkat kesiliyorum. Konuşma nereye varacak?

Bir anlık sessizlik. “O da bir şey mi? Dolmabahçe’yi, Beylerbeyi’ni bile onlar yapmış” diyor içlerinden biri. Bir başkası, “Osmanlı zaten bunları saraya almış, en üst makamlara getirmiş, milletvekili yapmış, hariciye nazırı bile yapmış…” Sonra, neredeyse hep bir ağızdan, “Bir de utanmadan, ‘Bize soykırım yaptı’ diyorlar. Osmanlı seni baş tacı yapmış, sen kalkmış soykırım diyorsun!”

Payımı alıyorum. Sendikalı olduğu, Irak’taki işgali protesto eden bir gösteriye katıldığı için, belli bir siyasi bilince sahip olduğunu sandığım bir grup işçinin bu derinlikli analizi karşısında şaşkınım. Milliyetçiliğin nelere kadir olduğuna, yükselen bayrak direklerinin dünyaya sınıf penceresinden bakanların dimağını bile nasıl dumura uğrattığına hayıflanmaktan başka şey gelmiyor elimden.

Geçtiğimiz hafta sonu, Türkiyeli göçmenler tarafından kurulmuş örgütlerin düzenlediği üç ayrı Hrant Dink anmasına katılmak üzere Almanya’da, Frankfurt, Köln ve Berlin’deydim.

Frankfurt’ta, Hrant Dink’i var eden koşulları, Türkiyeli Ermenilerin hal-i encamını dinleyenlere aktarmaya çalışırken, Türkiye’de hiçbir toplumsal kesimin, bu arada solcuların da, Ermeni meselesiyle gereğince yüzleşmediğini söylediğim için bazı dinleyicilerin tepkisiyle, sitemiyle karşılaştım. Yanda, biraz bu meselenin üzerine gitmek istiyorum.



Ermeni meselesi ve solun özeleştirisi

Türkiye toplumunun baskın çoğunluğu Ermenileri on yıllardır, ‘azınlık’, ‘Hıristiyan’, iç-’dış tehdit’, ‘ihanet’, ‘ASALA’, ‘(sözde) soykırım’ kodları üzerinden okuyor. Bu dar bakışın dışına çıkma potansiyeli taşıyan küçük bir grup ise, ne yazık ki, ‘topik, meze, dolma, vişne likörü’ nostaljisinin serinleten gölgesinde demlenmekten fazlasını yapmıyor.

Türkiyeli Ermeniler, bugün artık cümle âlemin malumu haline gelmiş sistematik baskılardan ve ayrımcı uygulamalardan olduğu kadar, bu “yanlış okumaların” yahut “suskunlukların” getirdiği yalnızlaşmadan da mustariptir.

Türkiyeli “sağcı” için Ermeni, “öteki”nin, hatta, frene basmadan söylemek gerekirse, “düşman”ın vücut bulmuş halidir. İttihatçı-Kemalist-Milliyetçi-İslamcı-Türkçü tarih kurgusunun çizdiği Ermeni resmini burada uzun uzadıya tarife hacet yok. Bu kurgunun Türkiyeli Ermenilerin özgür yaşam hakkı karşısında ciddi bir tehdit oluşturduğunu akılda tutmak yeterlidir.

Türkiyeli “solcu” için Ermeni, sağcınınki kadar basmakalıp bir fotoğraf vermez belki, ama onun da milliyetçi akıl tutulmasından azade olduğu söylenemez. Bu etkinin zayıfladığı yerlerde dahi, sorunlu bir Marksist okuma girer devreye. Ermeni, diğer bütün gayrimüslim topluluklar gibi, emperyalizmin, kapitalizmin Osmanlı topraklarına nüfuz etme aracı, aracısıdır, komprador burjuvazidir. 1915 ise, bu işbirlikçi burjuvazinin yerli sermaye tarafından elimine edilmesidir!

Türkiye solu, mesele Ermeniler veya gayrimüslim azınlıklar olduğunda sınıfsal yaklaşımın pusulasını yitirir, ethnie’yi öne çıkarır. Cumhuriyet seçkinleri tarafından pompalanan “Adalar’da Modalar’da eğleşen, zengin gayrimüslimler” karikatürünün buradaki etkisi herhalde yadsınamaz. Gayrimüslim topluluklar içerisindeki sınıfsal çelişkiler böylece buharlaşmış olur, “Bütün Ermeniler, Yahudiler vs. zengindir” zehabı gerçeklik kisvesine bürünür.

1915’ten önce Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış olarak yaşayan, dağlısı, köylüsü, işçisi, devlet görevlisi, ayakkabıcısı, terzisi, balıkçısı, varsılı ve yoksuluyla, Müslüman ve gayrimüslim komşularının yanında heterojen bir topluluk meydana getiren Ermenileri, aslen Ritter ve Conu adlı iki Alman mimarın elinden çıkan Haydarpaşa Garı’na bakarak, hassa mimarlarına, sarraflara, Hariciye Nazırı Hallaçyan Efendi’ye indirgeyen zihniyetin Türkiye solunda (da) hâkim olduğunu görmezden gelmenin, böylece özeleştiriden kaçınmanın kimseye hayrı olmadığı açık.

Yapılan Hrant Dink anmaları, onun geniş toplum kesimleri tarafından, en çok da Türkiye’nin solcuları, sosyalistleri tarafından sahiplenilmesi elbette günümüzün yüz ağartan gelişmelerinden biri. Ancak, her siyasi grup kendi örgütsel ve her birey de kendi kişisel tarihi açısından Ermeni meselesinin muhasebesini yapmadığı takdirde, bu sahiplenmenin samimiyetine dair şüphe gölgelerinin çevremizi sarması kaçınılmaz.

Geçmişle yaşamanın, geçmişe hapsolmanın kimseye bir yararı dokunmayacak elbet. Ancak, Türkiye’nin bugünü ve yarını için söz söyleyebilmek için, dönüp dönüp geçmişin aynasına bakmakta, hayatın hırgürü içerisinde bozulmuş façamızı düzeltmekte sonsuz yarar var.

Hiç yorum yok: