Kadim mesele: Adem-i merkeziyetten öz yönetime

Agos, 9 Kasım 2007

Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) 26-28 Ekim’de Diyarbakır’da düzenlediği kongreden çıkan “demokratik özerklik” önerisinin ve bunun büyük medyada tartışılma biçiminin, bundan yüz yıl öncenin Ermeni Sorunu’yla gösterdiği paralellikler, kaderin garip bir cilvesi mi acaba?

DTP, “Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt Sorunu’nun çözümü” için topladığı kongrenin sonuç bildirgesinde yaklaşımını şöyle ortaya koyuyor:

“(H)er ulus için ayrı bir devlet talep etme gibi felsefik ve konjönktürel gerçeklikten uzak ve halkların birbirini boğazlamasına kadar gidebilecek bir süreci tetikleyecek siyaset anlayışı yerine, halkların demokratik birliğini esas alan, demokrasiyi genel bir meclise hapsetmeyen, halkın tartışma ve karar mekanizmalarına katılımını kolaylaştıran, toplumun temel bütün sorunlarını en iyi şekilde ve yerinde çözüme kavuşturacağı bir siyasi ve idari yapılanma modeli, kendini büyük bir ihtiyaç olarak dayatmaktadır. Kongremiz, ülke bütünlüğü içinde halkın yerelde söz ve karar sahibi olmasını sağlayacak ve tüm farklılıkların kendini özgürce ifade edebileceği düzeyde özerklik kazanması temeline dayanan modelin çağdaş kavramlaştırılışını ‘ demokratik özerklik’ biçiminde tanımlamaktadır. Demokratik öz yönetim anlamına gelen demokratik özerklik, Demokratik Cumhuriyet’in içinin doldurulmasıdır.”

Olası yanlış anlamalara ve bilinçli çarpıtmalara karşı supap niyetine, sonuç bildirgesinde bir de şu cümle yer alıyor:

“Bu yapı federalizmi ya da etnisiteye dayalı özerkliği ifade etmez; merkezi yönetimle iller arasında kademelendirilmiş demokratik bir yeni idari takviyedir.”

DTP’nin izlediği siyaseti beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ancak ortada Türkiye’nin geleceği adına üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir ‘öneri’ olduğu açık. Çorak, adeta apolitik Türkiye siyasetinde pek sık rastlamadığımız türden bir öneri.

Ermenilerin umudu ve hayal kırıklığı

1908’de, Sultan Abdülhamid istibdadına son veren İttihatçıların gerçekleştirdiği devrime en büyük destek, yıllardır katliamlar ve siyasi baskı altında inleyen Ermenilerden gelmişti. Bu destek, temelde, daha özgür bir rejim, Anadolu’da silahlı Kürt aşiretlerinin saldırılarından korunma, Abdülhamid döneminde el konan, Ermenilere ait mal ve toprakların iade edilmesi taleplerine dayanıyordu.

Ermenilerin beklentisi, kanlı bir despot olarak gördükleri Abdülhamid’in iktidarını yıkan İttihatçıların bu sorunları çözeceği yönündeydi.

Bu beklenti, adem-i merkeziyet (Ermenicede ‘abagetronatsum’, DTP metnindeki “öz yönetim” veya desantralizasyon) ilkesinde vücut buluyordu. 1908 öncesinde Jöntürk hareketinin önderlerinden olan Prens Sabahaddin’in ideologluğunu yaptığı adem-i merkeziyet ilkesi, özellikle Ermenilerin nüfusça yoğun olarak yaşadığı altı Anadolu vilayetindeki sorunların çözümü yolunda kilit öneme sahipti.

Bugün resmi tarih tarafından 1908-1915 döneminde tümüyle legal bir siyaset yürüttükleri gözlerden kaçırılmaya çalışılan Taşnak ve Hınçakların dahi rejimle barışık bir çizgide ilerlemeleri, idari yapılanmanın adem-i merkeziyet esasına göre yeniden örgütleneceği, dolayısıyla zikredilen sorunların çözüleceği yolundaki umutla ilgiliydi.

İttihat ve Terakki, izleyen yıllarda adem-i merkeziyet ilkesini uygulamaktan kaçındı. Prens Sabahaddin önce tasfiye, sonra pasifize edildi. İttihatçılar iktidarda güçlendikçe Ermenilere verilen sözleri unuttu, Ermeni vilayetlerinde öz yönetimi güçlendirmenin ileride özerklik ilanına zemin hazırlayacağı korkusuyla, reform taleplerini daima geri plana itti. 1914 yılında uluslararası koşulların dayatmasıyla, iki yabancı genel valinin kontrolünde gerçekleşecek bir reform taahhüdüne girmiş olsa da, I. Dünya Savaşı’nın çıkmasını fırsat bilip, bu planı tarihin çöplüğüne göndermekten çekinmedi.

Sonrası hepimizin malumu: Tehcir, katliamlar, Anadolu Ermenilerinin kökünün kazınması.

Barışın dili?

DTP’nin, demokratik bir öz yönetim yapısı kurulması yönündeki önerisi, büyük medyada genellikle ayrılıkçı, bölücü bir proje olarak değerlendirildi. Anlı şanlı kalemler, sunulan metni, ayrıntılı bir şekilde incelemeden, Güneri Civaoğlu’nun yaptığı gibi “İşte... DTP’nin ‘ayrı bayrak, ayrı meclis; dış politika ve maliye dışında hizmet alanlarıyla sınırlı ortak yönetimi öngören, ayrı hükümet’ bildirisi” sözleriyle değerlendirmeyi, velhasıl yangına körükle gitmeyi tercih ettiler (Milliyet, 31 Ekim).

1908-2007… 1915-?.

Türkiye, Kürtlerin barışçı talep ve önerilerine kulak tıkamanın, yüz yıl önceki karabasanları tekrar yaşamamıza yol açabileceğini görmemekte diretiyor.

Hep birlikte, kanın değil barışın dilini inşa edebilecek miyiz?



Teferruat

AKP’li Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in, PKK tarafından Dağlıca çatışmasında esir alınan sekiz askerin iade edilmesinden üzüntü duymakta buluşması, yaşamı değil ölümü kutsallaştıran hâkim zihniyetin iki uyanık siyaset adamı ağzıyla dışavurulmasıdır.

Şahin ve Perinçek’in bu hissiyatta yalnız olduğunu düşünmeyelim. Hrant Dink’ in aramızdan alınmasına neden olan toplumsal ruh iklimi kartopu misali büyüdüğüne, pek çok farklı kesimden insanı içine alarak yaygınlaştığına göre, milyonlarca Türkiye yurttaşı bu iki siyasetçiyle ortak duyguları –tabii buna ‘duygu’ denebilirse!– paylaşıyor, onlarla ‘nefretdaşlık’ ediyor.

Mehmet Ali Şahin ve Doğu Perinçek, farklı cümlelerle de olsa, aynı militarist bakış açısının gereğini söylüyor: “Bu askerlerin esir alınması neyse de, serbeste bırakılması psikolojik harekât açısından çok kötü oldu, keşke örgüt bunları öldürseydi. O zaman toplumdaki hareketliliği azdıracak yeni kahramanlarımız olurdu!”

Dünyaya militarist gözlüklerle baktığınızda, işte böyle, bir canın ölümden kurtulup kazanılması kayıp, bir canın kaybedilmesi de kazanç haline gelebilir.

Militarizm bir kez içinize sindi mi, yirmi yaşındaki gençlerin hayatlarından, evinizin sıcak salonunda çayınızı yudumlayarak oynadığınız satranç oyununda rakibinizin filini almak için atınızı feda etmişçesine soğukkanlılıkla söz edebilirsiniz.

Ne de olsa, söz konusu vatansa, gerisi teferruattır!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

okuduğumdan anladığım kadar siz ve (sizin yaptığınız genellemelere dayanarak) sizin gibiler sadece kendi hakkınızı savunur gibi yapmayı kendinize görev bilmiş gibi yapıyorsunuz ama bu görevi bile siz değil sizin için başkalrı tasarlıyor. savunduğunuz şeylerin gerçek olmadığını bizden daha iyi biliyorsunuz, eğer öyle değilse tarihi aydınlatma işini bir ilmi komisyona bırakın,bırakında onlar doğruyu göstersinler de siz değil biz rahat edelim çünkü bu asılsız iddialarla yıpranan biziz, size bişe olduğu yok. Bu yazıyı okurken lütfen sinirlenmeyin bunlar gerçek sizin de bildiğininz gibi.