İkinci yılında ‘Hayat, Olduğu Gibi’

Agos, 29 Ağustus 2008

‘Hayat, Olduğu Gibi’ ikinci yaşını doldurdu. Geçen yıl da olduğu gibi, şöyle bir geriye dönüp, ardımızda kalan dört mevsimde burada konuştuklarımızı hatırlayalım istedim.

Güz

Eylül
: Kurken’in ağrısı: Hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Gözü önünde insanların canına kıyıyorlar ama ağlamaktan başka bir şey gelmiyor elinden, sadece seyrediyor. O kadar çok ağlıyor ki, bir süre sonra olan biteni görememeye başlıyor. / Türüt’e neden kızıyorsunuz? Ona milliyetçiliğin en yüce değer olduğunu, Ermeni’nin hain, Rum’un düşman, Kürt’ün bölücü olduğunu belletmemiş miydiniz? / ‘Zinde güçleri’yle, darbecileriyle, ‘bebekten katil yaratanlar’ıyla, türkücüleri ve ozanlarıyla, İttihatçılık demokratikleşiyor, tabana mı yayılıyor?

Ekim: Nor Zartonk ve Hadig: 19 Ocak’ta yaşadığımız büyük dehşetten sonra, İstanbullu Ermeni gençlerin ilk yaşam belirtileri. / 1915 Felaketi’nin onyıllar boyunca unutulmuşluğa terk edilmesinde, Soğuk Savaş dönemine özgü dinamiklerin büyük rolü var. / Diyarbakırlı Bağhtiyar: “Abe dedım, bögün sebahtan nah bu saate dördünci sefer oldi, sokakta durdurup kimlik sorusiz. Her köşe başinda çevırdız, dedız çıkar kimligıni. Her seferınde uzun uzun bağhtınız, kimligı alıp poles arabasina götürdız.”

Kasım
: Ankaralı Mesude: “Teselli için ‘Şehitlik en yüksek mertebe’ diyorlar, ‘Vatan için öldü’ diyorlar ama inanır mısın, yavrumu genç yaşında toprağa vermişim ya, ne vatanı, ne şehitliği görüyor gözüm.” / Dağlıca esirleri: Dünyaya militarist gözlüklerle baktığınızda, bir canın ölümden kurtulup kazanılması kayıp, bir canın kaybedilmesi de kazanç haline gelebilir. / Ermeni lisesinde ‘milli tarih’ dersi: Ahmet Hoca I. Dünya Savaşı’ndan söz ederken, bizler küçüldükçe küçülür, sıraların altında kaybolmak isterdik.

Kış

Ara
lık: ‘Nor Or’ nesli: Ermenice edebiyatın, bereketli tarlanın en kenarına, yabani otların arasına düşmüş, geç yeşermiş tohumları. / Şair Neşe Yaşın: “Savaşa gitme oğlum. Vatanı seviyorsan onun için ölmeye ve öldürmeye değil yaşamaya ve yaşatmaya git. Vatana hizmet etmek istiyorsan bahçıvan ol; bahçeleri çiçeklendir”. / Ak Parti milletvekili Doğan: “Türkiye’yi kültürler mozaiği olarak tanımlamak çok yanlıştır. Kültür tektir: Bu kültürün adı, Türk-İslam kültürüdür!”

Ocak: Noel Baba out, Nasreddin Hoca in! Dağarcığında öfke sözlerinden başka şey bulunmayanların dünyasında, Noel Baba’yla Nasreddin Hoca’nın dahi kavga etmesi gerekiyor. / Muhasebe: “Ama gel, sen sen ol, bütün bu insanca basitlikleri yüce ideallerin ipeksi örtüleri ardına gizlemekten vazgeç. Yaşadığın toprağın geleceğine dair artık umut besleyemediğin ve bunun seni etrafındaki her şeye yabancılaştırdığı gerçeğini idrak et, onunla yüzleş. Çünkü ancak bu yüzleşmenin istediği bedel ayakta tutabilir gövdeni.”

Şubat: Hükümetin ‘istihdam paketi’ kadın çalışanların emzirme odasına dahi göz dikiyor! / Rejim, üniversiteleri, genç kızların okul kapısında başörtülerini çıkarıp içeri girebildikleri ‘laik ibadethane’lere dönüştürdü. / Avustralya, asimilasyon politikası çerçevesinde ailelerinden koparılan çocuklar nedeniyle Aborjinlerden özür diliyor. Dermana giden uzun yolun sonundaki umudu görmek artık mümkün. / MHP milletvekili Çelik: “Van Akdamar Kilisesi onarıldı. Burası, Türk ve Müslümanların kanını içenlerin kıblegâhı olarak anılmaktadır tarihte.”

Bahar

Mart: Ermenistan’da muhaliflere saldırı: Bu kıyıcılığın köklerini nerelerde aramalı? 1915’te mi, Ermeni partilerinin intikamcılığında mı, Sovyetik ‘siyaset’ yöntemlerinde mi? / Rejim bekçisinin günlüğünden: “İstiklal Mahkemeleri yeniden kurulsa ve her türlü dinci-kürtçü-solcu-demokrat haşarat ibretiâlem için darağacında sallandırılsa ne güzel olur.” / Nevruz’da takım elbiseliler ateş üzerinden atlayıp örste demir döverken, Newroz’da binlerce insan şiddete maruz kaldı, iki kişi öldürüldü.

Nisan
: Kıbrıslı Türklerle Rumların barışına giden adımların Lokmacı Kirkor’un dükkânından ve Ermeni mahallesinden geçmesi, kaderin muzip bir oyunu gibi. / Pippa Bacca öldürüldü: Biz erkekler, bize erkeklik olarak belletilen her şeyden istifa etmedikçe onun tecavüze uğramasına, öldürülmesine şaşırmamak hepimizin kaderi olacak. / 24 Nisan nedir? Binlerce cevabı olan bir soru. Yerevan’da ayrı, Beyrut’ta ayrı, Paris’te ayrı, Los Angeles’ta ayrı, İstanbul’da ayrı…

Mayıs
: Hasan Celal Güzel’in incileri: “Ermeni diyasporası, gene kırnava gelip kızışan kediler gibi azarak iftiralarını sıralamaya başladı. (…) Ara Sarafyan ve Türkiye’deki hempaları, gene olayları saptırarak atalarımıza iftira atmaya devam ettiler.” / TRT’de Ermenice yayın: Milliyetçi ve ayrımcı bir yaklaşımla yapılacak yayınların dili Ermenice, Türkçe, Kürtçe değil, ‘Düşmanca’dır.

Yaz

Haziran: Patrik Mutafyan’ın rahatsızlığı: Cemaatin her kesimi için ciddi, zorlu bir sınav. / Krikor Zohrab: Ermenilerin II. Meşrutiyet’le yeşeren umutlarının ve sonraki hayal kırıklıklarının simgesi. / Tapu çetesi dehşeti: Gayrimüslimlerin mülklerini bu kadar korunaksız, “gâvur malı”nı gasp edilmesi bu kadar mümkün hale getiren devletin kendisi olmasın? / Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a olan sevgilerini Kürtçeyle ifade etmek için “Biji Tayyip!” (Yaşa Tayyip!) pankartı açmak isteyen Kozluklular engellendi: Tu ji Tayyip nikarîbî bi kurdî hez bike! (Tayyip’i Kürtçe sevemezsin!)

Temmuz
: Ermeni Meselesi Ergenekoncuların halkla ilişkiler operasyonuydu: Perinçek’in, Kerinçsiz’in, Küçük’ün, Aygün’ün bu konudaki performanslarına bakmak yeterli. / Patriğin hastalığı sürecinde olgunluk, vakar ve vefa gösteremeyenlerin, patriklik makamına oturduklarında olgun, vakur ve vefakâr davranamayacağını biliyoruz. / Bir tatil kaçamağı: Adına hayat dediğimiz, ardı ardına eklenmiş telaşlı günlerin hiç dinmeyen yorgunluğundan çok başka akan bir zaman.

Ağustos
: Ormanlar arasında ayrımcılık: Türkiye’nin batısındaki ormanlar yanınca “ciğerlerimiz yanıyor”; Türkiye’nin doğusundaki ormanlar yanınca ses seda yok. / Halaçoğlu görevden alınınca “Umrumda değil, sırtımda yüktü!” dedi: Samimi olduğuna şüphe yok, zira yalan ağır bir yüktür. / Ergenekon’un Kürt ayağı: Sahi, Kürt işadamları, gazeteciler, aydınlar katledilirken iktidar koltuğunda oturanlar nerede? / Rupen Zartaryan: Dili, sadelikle zenginliği, taşrayla İstanbul’u, köy hayatının renkleriyle şehirli inceliğini harmanlayan yepyeni bir enstrüman haline getirmişti.

Hiç yorum yok: