Siverekli Rupen Zartaryan’dan kalan

Agos, 22 Ağustos 2008

Tarihten edebiyata
On dokuzuncu yüzyıl ortasında Avrupa kentlerinde üniversite eğitimi alan Ermeni gençler memleketlerine döndüklerinde, hem kendi cemaatlerinin, hem de Osmanlı Devleti’nin modernleşme yönündeki adımları büyük bir ivme kazandı.

Krikor Odyan, Harutyun Balyan, Nahabed Rusinyan, Hovsep Şişmanyan, Hagop Arzuman, Krikor Ağaton, Isdepan Serveryan, Garabed Ütüciyan, Serovpe Viçenyan ve daha pek çokları, Rum, Yahudi, Müslüman akranlarıyla birlikte, tıp, ziraat, hukuk, bürokrasi, mimari ve sanat alanlarında yaptıkları çalışmalarla büyük bir dönüşümün itici gücü oldular.

Öte yandan, Avrupa’daki deneyimleri, bu gençlerin pek çoğunun zihninde ‘azk’, yani ‘ulus’ fikrinin, eski cemaat merkezli tanımından farklı bir çehreye bürünmesine neden olacaktı. Onlar, payitahttaki büyüklerinden farklı olarak, yüzlerini taşraya döndüler. Orada gördükleriyse, açlık, yoksulluk ve cehaletti.

Osmanlı Devleti’nin geleneksel yapısı, bu reformcu kuşağın taşradaki Ermenilerle çok boyutlu ilişkiler kurmasını engelliyordu. Faaliyete açık olan tek meşru alan ise, devletin modernleşmeci yöneliminin en önemli dışavurumu olan eğitimdi. Yüzyılın son çeyreğinde Anadolu’nun dört bir yanında Ermeni eğitim cemiyetleri eliyle açılan okulların pıtrak gibi çoğalmasında bu seçeneksizliğin önemli rolü vardır.

Böylece, içinde yaşadığı toplumun kurtuluşunun ancak Batılılaşma ve modernleşme yoluyla olacağına inanan, pozitivist değerlerle donanmış bu genç nesil, kendini ‘ulusu eğitmeye’ adadı; yollara düştü, taşraya gitti ve ulusun ‘öğretmenliğini’ yaptı. Onlara göre, açlıktan, cehaletten, sefaletten kurtulmak için yapılması gereken ilk şey insanları eğitmek, aydınlatmaktı.

O neslin açtığı okullarda okuyan, onların rahle-i tedrisinden geçen gençlerden biri de, Rupen Zartaryan’dı.

Mini bir tarih konferansıyla başladık ama edebiyatla devam edeceğiz.

Siverekli Rupen Zartaryan’dan kalan

Ermenice edebiyatta hikâye, şiir, novella, eleştiri gibi çok çeşitli türlerde usta işi eserler verebilen ender isimlerden biriydi Rupen Zartaryan; kendine özgü bir rengi ve sesi vardı.

Hayat çizgileri

1874’te Siverek’te doğdu. Harput’ta, genç ve idealist bir öğretmen olarak Getronagan okulunu kuran ve sonraki yıllarda eserleriyle taşranın nefesini edebiyat mahfillerine taşıyan Hovhannes Tılgadıntsi’nin öğrencisi oldu. Hocasının telkinleriyle yazmaya başladı.

On altı yaşındayken, basında ilk yazıları, hikâyeleri ve şiirleri yayımlanmaya başladı. Dönemin en önemli süreli yayınları olan Dzağig (Çiçek), Masis, Şirag ve Arevelyan Mamul’un (Doğu Basını) sütunlarında kendine yer buldu.

Tılgadıntsi gibi öğretmen oldu. 1892-95 arasında Katolik okulunda ders verdi. 1895’te Harput’ta yaşanan katliamdan, bu okula sığınması sayesinde kurtuldu. 1898’den itibaren Getronagan’da Fransızca, Tarih ve Ermenice Edebiyat dersleri verdi. Vahan Totovents, Hampartzum Gelenyan (Hamasdeğ), Penyamin Nurigyan gibi yazarların yetişmesine katkıda bulundu

Taşnak partisindeki siyasi faaliyetleri nedeniyle 1903’te tutuklandı. 1904’te serbest kalınca İzmir’e göç etmek istedi. Bu kente girmesine izin verilmediği için bir yıl kadar Manisa’da kaldı ve orada da öğretmenlik yaptı. 1905’te, Taşnakların Abdülhamit’e yönelik suikast girişiminden sonra Bulgaristan’ın Filibe kentine yerleşti.

1908’de Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle, siyasi baskılar nedeniyle yurtdışında yaşamak zorunda kalan pek çok aydın gibi, İstanbul’a geldi. Bir süre Jamanak’ta (Vakit) yazdıktan sonra, Yervant Agnuni ve Harutyun Şahrikyan’la birlikte Taşnakların yayın organı Azadamard’ın (Özgürlük Kavgası) editörlüğünü yapmaya başladı.

Siyasi faaliyeti ve gazetecilik uğraşı, edebi çalışmalarıyla hep kol kola gitti. Meğraked (‘Bal Nehri’, Karasu’nun Ermenicedeki adı) adlı edebiyat dergisini yayımladı ve burada pek çok yeni yazarın eserlerini okurlarla buluşturdu.

Renk ve incelik

1910’da, sağlığında basılan tek kitabı olan ‘Tsaykaluys’ (Alacakaranlık) yayımlandı. ‘Tsaykaluys’, Abdülhamit döneminin baskı ve katliam koşulları altında, 1890’lı yıllarda taşradaki, özellikle Harput ve yöresindeki yaşantıyı, taşrayı, köy havasını, toprağın ve onun üzerinde yaşayan insanın hikâyesini anlatıyordu.

Zartaryan, eserlerinde asırlık geleneklerin, taassubun, önyargıların da izini sürdü. Yurt sevgisi, toprağa bağlılık gibi temalar etrafında dolaşarak insan ruhunun derinlerinde yatanları bulmayı amaçladı. Hakkında yazdığı hayatların bir tanığı ve aktarıcısı olmakla yetinmedi, onlara bir gözlemci gibi uzaktan bakmadı; alegorilerden beslenen latif bir üslup ve felsefi bir yaklaşım geliştirmeye çalıştı.

Dili, sadelikle zenginliği, taşrayla İstanbul’u, köy hayatının renkleriyle şehirli inceliğini harmanlayan, yepyeni bir enstrüman haline getirmişti. Düzyazıları, kimi zaman bir şiir tadı veren, kimi zaman usta işi bir anlatıcılığa girişen, eleştirmen Minas Tölölyan’ın deyişiyle, bazen tek bir hikâyesi bile “resimli mufassal tarih” derinliğine ulaşan, zanaatkâr sabrıyla işlenmiş bir çabanın eseriydi.

Konularını coşkunlukla ele almış, capcanlı bir hayal gücüyle satırlar arasında yeni dünyalar yaratmış, bu yeteneği sayesinde anlatmadığını anlatabilmiş, söylemediğini söyleyebilmişti. Bu, belki de, Abdülhamit sansüründen kaçma çabasının, yaratıcılığı kamçılayan bir armağanıydı.

Rupen Zartaryan, Ermenilerle Türklerin bir arada yaşayabilmesi için entelektüellerin çaba göstermesi gerektiğine ve edebiyatın iki halkın yakınlaşması için en uygun araç olduğuna inanıyordu. Bu amaçla, editörlüğünü yaptığı Meğraked dergisinde Mehmet Rauf, Abdullah Cevdet, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Rıza Tevfik, Tahsin Nahit gibi yazarların şiirlerini ve yazılarını Ermeniceye çevirerek yayımlıyordu.

Zartaryan, 24 Nisan 1915’te İstanbul’da tutuklandı. Bir süre Ayaş hapisanesinde tutulduktan sonra, Diyarbakır’da kurulan Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanacakları gerekçesiyle Dr. Nazaret Dağavaryan, Yervant Agnuni, Harutyun Cangülyan, Karekin Khajak ve Sarkis Minasyan’la birlikte yola çıkarıldı. Yolda, arkadaşlarıyla birlikte, Teşkilat-ı Mahsusa için çalışan Çerkes Ahmet çetesi tarafından öldürüldü.

Kırk bir yaşındaydı. Daha söyleyecek çok sözü, anlatacak çok hikâyesi vardı.

Hiç yorum yok: