Agos, 6 Kasım 2009
Tüyap Kitap Fuarı’nda, Kitap Çevirmenleri Birliği’nin düzenlediği ‘Anadolu Dilleri’ başlıklı paneldeyiz. Türkiye’de konuşulan çeşitli dillerin, anadillerimizin sorunlarını tartışacağız. Beş farklı etnik gruba mensup beş erkek, bu memlekette konuşulan 36 dilden beşi için bir avuç izleyiciye hitap edecek: Lazcayı Memedali Beşli, Kürtçeyi Lal Laleş, Rumcayı Ari Çokona, Zazacayı Fahri Pamukçu anlatacak.
Dillerin doğuşu, tarihçesi, dönüşümleri, alfabeleri, lehçeleri, ağızları. Havada bir sürü ayrıntı uçuşuyor.
Anlatmaya çalışıyoruz. Kendimizi, dillerimizi, var olduğumuzu, ürettiğimizi, yaşadığımızı anlatmaya çalışıyoruz. Anlatıyoruz. Haksızlığa uğradığımızı, bu muameleyi değil, çok daha iyisini hak ettiğimizi, değerli olduğumuzu, herkes kadar değerli, herkes kadar önemli olduğumuzu.
Orada, bir panel masasının ardında, bir Laz, bir Kürt, Bir Rum, bir Ermeni, Bir Zaza, bir Memedali, bir Lal, bir Ari, bir Rober, bir Fahri, yan yana oturmuş, derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. “Bizi görün” diyoruz; “duyun, dinleyin, derdimizi anlayın, vicdan gözüyle bakın şu olan bitene, bize hak verin, bir şeyler yapın, harekete geçin, bizi kurtarın” diyoruz. “Ne olur” demiyoruz, panellerde ne olur denmez, öyle yalvarır gibi konuşulmaz.
Yalan… Aslına bakarsanız, “Ne olur” da diyoruz, yalvarıyoruz da... Ama demiyormuş, yalvarmıyormuş “gibi” yapıyoruz. Gibi yapıyoruz, çünkü panellerde “Ne olur dinleyin, anlayın, ne olur hak verin” denmez. Eğilip büküldüğümüze, süklüm püklüm durduğumuza bakmayın. Bizim de bir gururumuz var.
Biz Türkçeyle konuşur, onu en güzel, en şık şekilde konuşmaya gayret ederken, bizi dinleyenlerin, dillerimiz hakkında hiçbir şey bilmediğine, o dili hiç değilse komşuluk mesafesinden bir kez olsun dinlememiş olduğuna o kadar eminiz ki, o kadar yabancılaşmışız ki birbirimize, o kadar kopmuş, o kadar uzaklaşmışız ki birbirimizden, karşımızda dört yaşında çocuklar varmış gibi, dilimizin alfabesinin kaç harf olduğundan başlıyor, dilimizin seslerinden örnekler vererek, bizi dinleyenleri hiç haberdar olmadıkları bir dünyadan içeri sokmaya çabalıyoruz
Kimimiz dilinin koskoca bir sözlüğünü kaldırıyor yukarı, “Bakın” diyor, “bizim dilin de koskocaman bir sözlüğü var.” Tıpkı Türkçe gibi, bizimki de bir dil yani, yabana atmayın, hor görmeyin. Kimimiz, benim gibi, geçmişin karabasanlarını anlatıp duruyor. “Bitti” diyor, “Batı Ermenicesi bitti, bitiyor. Artık roman yazılmayan bir dil için yaşıyor denebilir mi? Acıyın bize, bir şeyler yapın ki benim dilim de yaşasın. Yaşamak onun da hakkı değil mi?”
Her birimiz olan bitenin farkındayız aslında. Görülmemek, duyulmamak, yok sayılmak, istesek de istemesek de bizleri mağduriyet diline hapsediyor. Bunun çıkar yol olmadığının farkındayız, bir çıkış bulma derdindeyiz. O yüzden buradayız, o yüzden anlatıyoruz bütün bu ilkokul bilgilerini size, dünyanın en gizemli sırlarıymışçasına. Artık duyun diye.
Bilin ki, bizim dilleriniz yasaklıdır, bizim dillerimiz devlet dairelerinde geçmez, bizim dilimizle dilekçe yazamazsınız, siyaset yapamazsınız.
Evet, insanlık tarihi boyunca binlerce dil öldü, yeryüzünden silindi. Modern devletler, uluslar yaratmak uğruna, binlerce dili, lehçeyi kamusal alandan, eğitim alanından, iletişim alanından sürdü, hiçliğe mahkûm etti.
Halbuki, yitip giden sadece diller değil. O dillerin ifade ettiği yaşam, tarih, hafıza, kültür de siliniyor yeryüzünden. İnsanlar da… Sizin, benim gibi, etten kemikten insanlar.
İşte buna seyirci kalmayın diyoruz. Bir şeyler yapın. Yapalım elbirliğiyle.
Yoksa vallahi çıldıracağız biz... Anlaşılamamak, kendini tekrar tekrar anlatmak zorunda kalmak dünyanın en zor, insanı en çok tüketen şeyi çünkü.