Mamig ve Şuşanig

Agos, 4 Mart 2011

Türkiye’deki Ermenistanlı göçmenlerin sorunlarını konuşuyorduk geçen hafta; özellikle de yıllardır burada yaşayan ama ebeveynleri yasal statüde olmadığı için eğitim alamayan çocukların yaşadığı sıkıntıları. Oradan devam edelim.

Son günlerde tanık olduğum bir olay, vaziyetin vahametini anlatmaya pekâlâ yeter.

Tarlabaşı’nın fukara ara sokaklarından birinde, bir çamaşırhane. Bir bodrum katı. İçerde üç kişi çalışıyor. Aralarından biri, Ermenistanlı Markırit. 60 yaşlarında. Ayda 350 dolar kazanıyor. Kızıyla ve torunuyla birlikte İstanbul’dalar. Torunu Şuşanig’i, kızının işyeri çocuğu kabul etmediği için, her gün Tarlabaşı’ndaki bu dükkâna getiriyor.

‘Mamig’i çalışırken, küçük Şuşanig bütün gün bir kenarda sessizce oturuyor, kendi kendine icat ettiği oyunlarla vakit geçiriyor; yine kendi kendine icat ettiği yollarla, dükkâna girip çıkanların dikkatini çekmemeye, onlara görünmemeye çalışıyor. Dışarıdan gelenler (genellikle civardaki otel ya da restoranların Kürt garsonları) o izbe dükkânda dört yaşındaki bir küçük kız çocuğunun köşede sessizce oynamasını önce garipsiyor, ama çoğu zaman, yıkanmasını istedikleri eşyaları aceleyle bırakıp işlerinin başına geri dönüyorlar.

Şuşanig, aynı durumda olan kim bilir kaç göçmen çocuğundan biri. Bir okula gitmek, yaşıtlarıyla oynamak yerine, çocuk ruhunda kim bilir nasıl izler bırakan koşullarda yaşamak zorunda. Anneannesi ve annesiyle birlikte her ay otobüsle Gürcistan sınırının yolunu tutuyor ve aynı gün içinde geri dönüp Türkiye’ye giriş yapıyorlar. Çünkü 30 günlük vizenin süresi dolarsa yasadışı duruma düşecekler, ve bu da büyük tehlikeler yaşamak anlamına geliyor. Yolda geçirdikleri zaman işyerinde izin günlerinden sayıldığından, çoğu zaman haftada yedi gün çalışmaları gerekiyor. Bütün bu emeğin karşılığında da, Kumkapı’da yatak niyetine yere serdikleri battaniyelerin üzerine kıvrılarak uyudukları bir odada yaşıyor, para biriktirerek bu koşullardan kurtulmaya çalışıyorlar. Hiç değilse vizenin süresi daha uzun olsa, hiç değilse vizenin süresini İstanbul’da belli bir bedel karşılığında uzatmak mümkün olsa, sınır kapılarında ne idüğü belirsiz insanlara para ödemekten kurtulur, kendimizi daha güvende hissederiz diye düşünüyorlar. Zaten hep düşünüp duruyorlar.

Türkiye devleti, her birinin kökleri Anadolu’nun çeşitli kentlerine dayanan, dolayısıyla 1915’in o karanlık günleri yaşanmamış olsa yurttaşımız olacak Ermenistanlı göçmenleri bugüne dek görmezden geldi ve fakat uluslararası siyasi arenada işine yaradığını düşündüğü şekillerde kullandı. Şu halde sorumuz basit: Dışişleri Bakanlığı’nın büyükelçiliklerden 24 Nisan anmalarına katılmalarını istediği bir garip ‘açılım’ döneminde, atılması gereken asıl ilk adım bu insanların dertlerine bir derman bulmak değil mi? Bu insanlık dışı tavra bir son vermenin zamanı gelmedi mi?

Beri yandan, daha önce de yazdığımız gibi, Ermenistanlı göçmenler, İstanbullu Ermenilere de tutulan bir ayna aslında. Onlarla ilişkisizliğimize, onlarla temas kurmaktaki eksikliğimize, onlardan korkmamıza, onları kendimizden uzak tutmaya çalışmamıza bakarak, kendimiz hakkında fikir sahibi olabiliriz. Katı, hor gören, bencil, sevgisiziz... Vicdanımız, evlerimizde ihtiyarlarımızı, hastalarımızı baktırdığımız, temizliğimizi yaptırdığımız bu insanların çocuklarına şu veya bu yolla yardım etmeyi düşündüğümüz kadar... Gedikpaşa Protestan Kilisesi pastörü Krikor Ağabaloğlu’nun bütün tehlikeleri göze alarak yarattığı ve yetmiş çocuğun yararlandığı, adeta bir okul haline gelen Joğvaran, bizlere bu kadar yıldır hiçbir şey anlatmadı mı? Kurumlarımız, derneklerimiz, vakıflarımız, Ermenistanlı göçmenlerin sorunlarına çözüm bulabilmek için neden bir araya gelmiyor hâlâ?

Atılacak küçük insani adımlardan bizi alıkoyan ne? Yılbaşında, Getronagan okulu öğrencileri onlarla bir araya gelmiş, eğlenmiş, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmişti. Bu küçük tanışma, temas etme etkinliklerinin sayısı neden artmıyor? Neden düzenlediğimiz etkinliklere, konserlere, dans gösterilerine onları davet etmek aklımızın ucundan geçmiyor? Neden korolarımıza Ermenistanlıların da katılması için çaba göstermiyoruz?

Çok mu zor? Neden korkuyoruz?

Hiç yorum yok: