Başbakan’la görüşmesinin ardından, önce “Sadece şahsım adıma konuştum” diyerek kendisini savundu; sonra da, Surp Pırgiç Hastanesi’nin devlet protokolünde Patriklik’ten sonra ikinci sırada yer almasından hareketle, ‘cemaat başkanı’ unvanını sahiplendi Bedros Şirinoğlu.
Sonra işi iyice ilerletti. Açıklamalarını eleştiren imza kampanyasını düzenleyenleri Marmara gazetesi aracılığıyla hedef gösterdi, onları nankörlükle suçladı. Konuştu da konuştu: 25 yıldır hizmet veriyormuş, bu nasıl görmezden gelinirmiş, cemaat için her şeyini vermişmiş, bugüne kadar yaptıkları nasıl unutulurmuş...
Ardından, Takvim’de yayımlanan o çirkin sözleri okuduk. Agos gençleri zehirliyormuş, cemaatte Agos zihniyetli 600 kişi varmış, Hrant Dink’in kefenini bayrak yapıp maddi kazanç sağlıyorlarmış... Bu sözleri yalanlar gibi yaptı ama yalanlamadı, bilakis, arkasında durdu.
Ardından, Aktüel’de Tuncay Opçin, bu kerameti kendinden menkul ‘cemaat başkanı’nın ilginç bağlantılarını yazdı. Meğer Şirinoğlu’nun adını taşıyan bir Stratejik Araştırmalar Merkezi varmış; meğer bu merkezin başkanlığını, Ergenekon davası sanıklarından Ünal İnanç yaparmış; meğer bu merkezin her yıl verdiği yurttaşlık ödüllerini Hurşit Tolon, Mustafa Balbay gibi isimler almış; meğer Ünal İnanç, Ergenekon operasyonları sırasında Şirinoğlu’nun evinde basılıp gözaltına alınmış... İlginçtir, şahsına yönelik her türlü eleştiri karşısında esip gürleyen Bedros Şirinoğlu, bu haber karşısında herhangi bir açıklama yapmamayı, susmayı tercih etti.
Geçen haftaki VADİP toplantısında da icraatlarına devam etti. Cemaat başkanlığı sorgulanamazmış, söylemesi gerekenleri söylemişmiş, ayrıca, Dink ailesini severmiş, Ermenistan ve diasporadan tebrik telefonları almışmış, o sözleri kendisini incitenlerin canını yakmak için sarf etmiş, bu kişilerin arkasında bir teşkilat varmış...
Ermeni vakıflarının temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan VADİP’in o toplantısında, bu sözlere karşı çıkan tek bir insan evladı olmamış. Aksine, başkanlarının arkasında durmuşlar, onu ve yaptıklarını övmüşler.
Boyacıköy Surp Yerits Mangants Kilisesi Vakfı Başkanı Nazaret Özsahakyan mesela, “Başkanım, siz bir amirasınız. O entel dantel takımı gibi internet sitelerinde imza kampanyası yapmak size yakışmazdı. Başkanım, her zaman arkanızdayız” demiş. Kuruçeşme Yerevman Surp Haç Kilisesi Vakfı Başkanı İrma Polat, “Bedros’u oğlum gibi severim, arkasındayım”; Yeşilköy Surp Istepanos Kilisesi Vakfı Başkanı Habib Özfuruncu “Cemaat başkanlığını tartışmayı doğru bulmuyorum”, Kandilli Surp Yergodasan Arakelots Vakfı Başkanı Dikran Kevorkyan ise “Biz de size destek için bir deklarasyon yayımlayalım” demiş.
Ne kadar yaratıcı, ne kadar derin, ne kadar yararlı analiz ve tespitler, değil mi?
Kandilli’de Ermeni kalmadığı için yıllardır kendi kendini vakıf başkanı seçen Dikran Kevorkyan’ın önerisi kabul görmüş olacak ki, VADİP, gazetelere bir de ilan gönderip başkanlarının arkasında olduklarını, ona yönelik eleştirilerin etik sınırlarını aştığını vurgulamış, bizlere etik dersi vermiş. Onların sayesinde etiğin ne olduğunu, sınırlarının nerede olduğunu öğrenmişiz.
Bütün bunlar bir yana, Şirinoğlu vakasının, kendimiz hakkında yeni şeyler öğrenmemize vesile olduğunu söyleyebiliriz. Kendini lider, önder, baş, başkan ilan eden herhangi bir muktedirin bu tür tavırlar içine girmesi doğaldır elbette; peki ya, birinci yaşını yeni kutlayan VADİP’in, itibarını bu kadar kolay ayaklar altına almasına ne demeli? Ermeni toplumunun seçilmiş sivil temsilcileri gibi davranmaktansa, cemaat başkanının hık deyicileri olarak hareket eden, dalkavukluk yapmaya marifet sayan VADİP temsilcilerinin sergilediği manzara, onlara itiraz edecek kimsenin çıkmaması, içler acısı değil mi?
Küçüle küçüle ufacık kalmış Ermeni toplumunun içinden bini aşkın insan, demokratik tepkilerini, hakaret içermeyen bir bildiriyle dile getirirken, bu eleştirileri dikkate alıp temel sıkıntının nerede olduğunu sorgulayacağına, geleneksel yöntemlerden medet uman, konuşanı susturmaya soyunan, ali kıran baş kesen havalarına bürünen VADİP’in dip yaptığı yer işte burası... Şirinoğlu’nun 1915’te yaşananları kardeş kavgasına indirgemesini, kendisini cemaat başkanı ilan etmesini, “100 bin Ermeni’yi sınırdışı ederiz!” tehdidini savuran Başbakan’ı savunup ondan özür dilemesini ve en fenası, ‘kefen’ söylemini dahi sineye çekip onu sahiplenen, borazancıbaşılığa soyunan bir VADİP’i kim ne yapsın allah aşkına...
Daha önce de yazmıştık; son birkaç yılda eskinin kifayetsiz muhterisleri cemaat liderliğine pek bir merak saldı. Bugünkü manzara, din adamı kimliğiyle asla uyuşmayacak bir şekilde, yardımda bulunduğu bir kişiden milyonlarca dolar tutarında komisyon talep eden ve bu komisyonun anasının ak sütü gibi hakkı olduğunu savunan bir ruhani önderle, kendi kendini cemaat başkanı ilan eden bir sivil temsilciye sahip bir toplum olma yolunda ilerlediğimizi gösteriyor. Devletin ve Ermeni toplumunun ‘derin’ kesiminin bu gidişattan memnun olduğu, bu ikiliyi sürekli parlatma, pohpohlama çabasından belli.
“Her toplum kendi layık olduğu şekilde yönetilir” artık epeyce klişeleşmiş bir söz, ama içeriğinin doğru olmadığı herhalde söylenemez. Komisyoncu ruhani önder, stratejik araştırmalar merkezi sahibi cemaat başkanı... Ne müthiş, ne uyumlu bir ikili!
Dışarıda hayat akıp gider, memleket hızlı bir şekilde değişirken, Türkiyeli Ermenilerin layık olduğu yönetim bu mu?
1 yorum:
şirinoğlu soy adını boşuna almamış ...)
Yorum Gönder