Agos, 9 Mayıs 2008
Aslında üç gün önceden başladı 1 Mayıs. Berber koltuğunda, aynadan görünen güzel yüzlü çocuk, yanındakilere “Abi, o gün izinliyim ama süper bir boks maçı olacak Taksim’de. Kaçırmak olmaz, mutlaka gideceğim!” dediğinde.
Sivil kıyafetli, sarışın, temiz yüzlü, gencecik bir polisti. Ailesinin gözbebeği, komşularının, arkadaşlarının çok sevdiği bir delikanlıydı besbelli. 1 Mayıs’tan “boks maçı” diye söz ediyordu; izin günüydü ama kaçırmak olmazdı, İstanbul dışından bile binlerce polis gelecekti.
1 Mayıs 2008’in anlamını, 1980’lerde doğup 90’larda büyümüş o delikanlının, bir devlet memurunun, hak arayan yurttaşlarının yiyeceği sopaya tanık olmaktaki heveskârlığında aramak gerek.
*
1950’lerde komünizm ‘tehdidi’ne karşı tercihini Batılı ülkelerden yana kullanan Türkiye, 60’larda toplumsal bir taban bulan sol siyaseti bastırmak için NATO kaynaklı projelere yaslanıyor, bürokrasiyi, yargıyı, kolluk güçlerini ve siyaseti biçimlendiren devlet aklı, ‘komünistleri’ başı ezilesi mahlûklar olarak resmediyordu.
Ordu, Ülkücü ve İslami hareket, sağı ve soluyla merkez tutuculuk, yıllar yılı, sınıf temelli siyasi talepleri pasifize etmek için her yolu mubah saydı, bu fikriyatta nesiller yetiştirdi.
Artık sol siyasetin esamisinin okunmadığı bir devirde görev yapan gencecik polisin, berberde çevresindekilere üç gün sonraki tek taraflı ‘boks maçını’ heyecanla müjdelemesi, gücü elinde tutanların nesilden nesle aktardığı bu kan davası zihniyetinin meyvesiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder