Agos, 13 Mart 2009
“Ermeni Soykırımı ve tehciri Türk milletinin alnına çalınmış kara bir leke, tarihinde bir utanç yaprağıdır. Burjuvazi hâlâ daha bunları savunmaya, haklı çıkarmaya çalışmak alçaklığını sürdüredursun... Türkiyeli komünistler, sınıf bilinçli işçiler, burjuvazinin kitleler arasında yaymak için uğraştığı şovenizm dalgasına ve Ermeni düşmanlığına karşı mücadele edeceklerdir; Ermeni halkının anayurduna dönme ve orada özgürce yaşama hakkını sonuna kadar savunacaklardır. Bu hakkın tanınması, Ermenilere yapılmış olan tarihsel haksızlığı telafi etmenin tek yoludur.”
Yukarıdaki cesur satırlar, “Bütün ülkelerin işçileri birleşin / Hemu karkere déné yekbun” sloganıyla çıkan İşçi Gerçeği dergisinin Haziran 1981 tarihli sayısından alındı. Geçtiğimiz haftalarda, Türkiye sol hareketinin 1915’te yaşananlarla gereğince hesaplaşmadığını yazarken, elbette tekil denebilecek çıkış ve tavırları yok sayan, görmezden gelen bir noktada değildik. Türkiye Komünist Partisi tarafından yayımlanan bu dergide çıkan ‘Ermeni Meselesi ve Proleter Tavır’ başlıklı yazı da, bu anlamda çarpıcı bir örnek.
Sorun, Türkiye solunun, 1915’te yaşananları neden daha geniş bir siyasi perspektifle ele almadığı, muhalefet ettiği rejimin üzerinde yükseldiği bu büyük suçun, bu büyük kırımın faillerini neden açıktan açığa mahkûm etmediğiydi. 27 Şubat'ta Agos’ta yayımlanan Ertuğrul Kürkçü söyleşisi ve Oral Çalışlar’ın geçen haftaki yazısı, tam da bu soruya cevap bulmak kaygısını taşıyordu.
Bu tartışmanın sürmesi, 1915 Felaketi’nin cumhuriyet dönemi boyunca nasıl algılandığına ışık tutmak bir yana, gelecekte nasıl yorumlanacağını da şekillendirecek.
Bir ‘yol kazası’ olarak 1915
Ertuğrul Kürkçü’nün önce ‘Özür Borcu...’ başlıklı yazısıyla, ardından Agos’ta yayımlanan söyleşisiyle açtığı kapıdan, geçen hafta Agos yazarı Oral Çalışlar da girdi ve köşesinde “Türk Solu neden 1915’i görmedi?” sorusunun yanıtını aradı.
Kürkçü, Türkiye solunun, 1915’te yaşanan acılar hakkındaki uzun sürmüş sessizliğini sorgularken, Komintern politikalarının etkisi altında siyaset yapan komünist nesilleri eleştirisinin odağına yerleştiriyor, Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaş koşullarının bir gereği olarak 1915’i gündemden uzak tutmak istemesinin Türkiye solunun bu konudaki suskunluğunun en temel nedeni olduğunu dile getiriyordu. Öte yandan, resmi ideolojinin bu konuda ördüğü duvarların, yaşananlardan bihaber nesiller yetişmesine neden olduğu, 1915 ve sonrasında olup bitenlerin farkında olmadan büyüyen kuşakların daha sonra bu konuda bir duyarlık geliştirmesinin de kolay olmadığını söylüyordu.
Tartışmaya katkıda bulunan Çalışlar ise, “Şurası bir gerçek ki, dünyayı değiştirmeyi amaçlayan, yeni bir düzen kurarak haksızlığa, eşitsizliğe son vermek isteyen Türk solu, 1915 Ermeni Tehciri’ni, yani bir milyon insanın bu topraklardan yok olup gidişini görmedi, göremedi” diyerek başladığı yazısına, şu çarpıcı cümlelerle devam ediyordu: “Vietnam’da ABD emperyalizmine karşı savaşan Vietkong direnişçilerinin bütün kahramanlıklarını neredeyse ezbere biliyorduk, Küba’da Sierra Maestra’da Amerikancı Batista diktatörlüğüne karşı özgürlük savaşçısı devrimci Che Guavera’nın günlüğünü öğrenmiştik, ama komşumuz Agop amcanın neden küçük bir azınlığın temsilcisi haline geldiği merak etmiyorduk.”
Çalışlar, yazısında, solun Ermeni sorunu konusundaki ataletinin Türkiyeli komünistlerin pek çoğunun Sovyetler Birliği politikalarına sıkı sıkıya sarılmalarına bağlı olduğu noktasında Kürkçü’ye benzer görüşleri dile getiriyor, ancak daha farklı nedenler de sıralıyordu. Türkiyeli solcuların milliyetçilikle ve Kemalizm’le bağlarını koparmamış olduğunu ve sol hareketin Kemalistlerin öncülük ettiği milli mücadeleyi eleştirisiz benimsediğini belirten Çalışlar, şu samimi itirafta bulunuyordu: “Öyle olunca, Ermeni Tehciri’ni, en iyimser ifadeyle o günkü anlayışımız açısından, ancak bir ‘yol kazası’ olarak görebilirdik. İttihatçılar bizim atalarımızdı, Kemalistler de öyle…”
Çalışlar’a göre, bu çıkış noktası, Ermeni sorununda “milliyetçiliği aşan, ‘halkların kardeşliği’ni öne çıkaran bir tutum” gösterilmesini engellemişti.
Resmi ideolojiyi savunarak muhalif olunmaz
Ermenilerin yüz yıl önce uğradığı haksızlığın, bu toprakların toplumsal-siyasal tarihinde önemli bir rol oynamış olan sol hareketin geçmişle hesaplaşmasının önemli kalemlerinden biri olarak, bugün dahi simgesel bir önemi var. Sol düşünce, bugün içsel ve dışsal pek çok nedenden dolayı siyasi mücadelenin kenarında kalmış gibi görünse de, ülkenin entelektüel birikiminin ciddi bir cephesini temsil ediyor. Ahlakı ve adaleti dünya görüşünün merkezine yerleştirmesi gereken sol, eğer gelecekte Türkiye üzerine söz söylemeye devam edecekse, bunu ancak, pek çok başka konunun yanı sıra Ermeni sorununu da içine alan bir akıl ve vicdan muhasebesini hayata geçirebildiği ölçüde başaracak; ancak bu yolla toplumla bağ kurabilecek, onu dönüştürmeye talip olabilecek.
Öte yandan, Türkiye’de resmi ideolojinin kendini toplum nezdinde meşrulaştırmak için kullandığı en temel araçlardan birinin Ermeni sorunu olduğu düşünüldüğünde, sol için kendini devlet politikasından ayrıştırmanın önemi de ortaya çıkıyor. Bundan birkaç hafta önce, Diyarbakır hakkında yazarken de, Kürtlerin Ermenilerin yaşadıkları konusunda resmi tezlere payanda olmaktan kaçınmalarının, mağduru oldukları devletin betondan ayaklarından birinin eksilmesini sağlayacağına dikkat çekmiştik.
Mevcut rejime muhalif olma iddiasındaki hareketlerin, resmi tezleri zayıflatıcı, onu berhava edici bir siyaset izlemesi beklenir. Öyle ki, Türkiye’nin solcuları, demokratları, liberalleri, hatta muhafazakârları, eğer rejimi gerçekten dönüştürmek, demokratik bir cumhuriyet inşa etmek istiyorlarsa, devletin devlet olmaktan gelen acı gücüyle dayattığı resmi tezlere karşı mücadeleyi dört koldan yürütmeleri gerekiyor.
Bu mücadelenin herhangi bir noktasında devlet ideolojisiyle birlikte saf tutan bir hareketin gerçekten muhalif olması mümkün değildir. Sözgelimi, bugün müesses nizamı en çok uğraştıran ve sistematik olarak baskı gören Kürt hareketi konusunda, gerek seçimlere yönelik bir strateji, gerek öğrenilmiş hareket kalıpları gereği Genelkurmay’la birlikte hareket eden muhafazakâr kesimin, uzun vadede bu işbirliğinin zararlarını tecrübe etmesi kaçınılmazdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder