Devletimiz kurnazdır

Agos, 31 Temmuz 2009

Türkiye’de milliyetçiler “Bizim devlet geleneğimiz var” diye böbürlenmeyi severler. Bununla kast edilen özelliklerden biri de, diplomaside esnaf kurnazlıklarıyla çıkar sağlama maharetidir.

Herhalde Abdülhamit zamanında kemale ermiş, İttihatçılar zamanında –kabaca da olsa– epeyce kullanılmış, Cumhuriyet döneminde de örneklerini sıkça gördüğümüz bu hüner sayesinde, kâh ‘Devlet-i Aliyye’nin âli menfaatleri’, kâh ‘ulusal çıkar’, kâh ‘hikmet-i hükümet’ perdelerinin ardına gizlenilerek, görevden, sorumluluktan, sözlerden, vaatlerden kaçılmış, bunları layıkıyla yerine getirmemenin ya da tümden savsaklamanın yolu hep bulunmuştur.


Yurttaşına, komşusuna, dostuna dürüstçe yaklaşmak, haklı olana hakkını vermek, ahlaklı bir duruş sergilemeye çalışmak, bu tür siyasetin defterinde yazmaz. Diplomasi koridorlarının kuytu köşelerinde, gayrınizami sapaklarında, kestirme yollarında iş görülür en çok. Memleketin gerçek sorunları görmezden gelinir, halı altlarına süpürülür, kulak arkası edilir. Bütün bunların maliyetinin, çözüm için çaba göstermekten çok daha yüksek olduğu ise inatla görmezden gelinir.


Bu zihniyet, kendi insanının hukukunu da, ancak dış baskılar zorluyorsa, konjonktür gerektiriyorsa tanır. O zaman dahi adımlar ya eksik gedik atılır, ya da göstermeliktir.

*


Restore edilerek müze haline getirilen Akhtamar Surp Haç Kilisesi’yle ilgili olarak son günlerde çıkan, kilisenin ibadete açılabileceğine yönelik haberler, bu tarz siyasetin son örneklerinden biri gibi gelmiyor mu size de?


Bundan yaklaşık üç yıl önce, onarılan kilisenin açılışının Ermeni Soykırımı’nı anma günü olan 24 Nisan’da yapılacağı açıklandığında, bu seçime tepki göstermiş, şunları yazmıştım:
“Açık ki, seçilen tarih, ancak ve ancak yaşanan acıların resmen tanındığı ve buna uygun resmi söylemin benimsendiği bir siyasal ortamda anlamlı olabilirdi. Öylesi bir durumda bu jest, Federal Almanya başbakanı Willi Brandt’ın Aralık 1970’te Varşova’daki Yahudi anıtı önünde diz çöküp özür dilemesine benzer bir etki yaratır, bütün dünyada büyük sempati uyandırırdı. Meseleyi bir de şöyle ortaya koyalım: Misal, açılış günü, diyelim ki Ermeni davetliler ‘biz kilisede 1915 kurbanları anısına bir ayin düzenleyeceğiz, sonra bir koro adada Rahip Gomidas’ın eserlerini seslendirecek, ardından da Van’a geçip, bir otelin konferans salonunda, 1915’te öldürülen şair Taniel Varujan’ın eserleri için bir okuma toplantısı yapacağız’ dediklerinde, AKP hükümeti ‘buyrun, gelin’ diyemeyecek, demeyecekse, 24 Nisan tarihi neden seçildi? Kim bu tercihin samimiyetine inanacak kadar saf olabilir?”
Geçen zamanda, Akhtamar Surp Haç Kilisesi, kilise olarak değil, ‘Akdamar Kilisesi Anıt Müzesi’ olarak açıldı. Tepesinde haçı yoktu. Mülkiyeti, gerçek sahibi olan Ermeni Kilisesi’nde değil, devletteydi. Bunlara rağmen, kilise tantanalı bir törenle açıldı, kapısının iki yanında dev bir Türkiye bayrağı ve Atatürk posteriyle... Sanki tarihi önemi haiz bir kilise değil, bir kaymakamlık ya da belediye binasıydı onarılan.

Türkiye, bu açılışı o günden bu yana, ne kadar yüce gönüllü, hoşgörülü olduğunu uluslararası alanda göstermek için kullandı da kullandı. Oysa kilisede ayin yapmak, dilediğinizce mum yakıp dua etmek mümkün olmadı.


Bütün bunlar acaba bir zihniyet değişimini mi, yoksa bir siyasi manevrayı mı işaret ediyor?


Bugün, Ermenistan’la sorunların çözülmesi, kapalı olan sınırın açılması yönündeki uluslararası baskıların arttığı, Türkiye, ılımlı söylemine karşın, normalleşme yönünde hiçbir adım atmadığı ve bu tavır meşruiyetini giderek yitirdiği için, kilisenin ibadete açılması gündeme geliverdi.


Kilisenin gerçek sahiplerine iadesi konusunda gene hiçbir açıklama yok. O kart, başka bir zor zamanda kullanılmak üzere cepte tutuluyor olsa gerek.


Sınırları açmak, gerçek bir dostluk ilişkisi kurmak için gereken samimi adımları atmak yerine, yakınlaşma siyasetini sulandıran sembolik jestler yapılıyor bir kez daha.

Onlar da, gıdım gıdım...

Hiç yorum yok: