Zorlu bir yol

Agos, 19 Mart 2006

Kurban psikolojisi, özellikle son yüz yılda, Ermeni kimliğinin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Sanki hep oradaymış, hep varmışçasına, doğallıkla…

Asırlarca yaşadıkları topraklar üzerinde köklü bir kültür ve medeniyet oluşturmuş, sanatta, zanaatte, ziraatte, ticarette değerli eserler üretmiş bir halkın, katliamlara maruz kalıp, doğal ortamından koparılıp dünyanın dört bir yanına savrulunca, önceliği hayatta kalmaya, hayata tutunmaya vermesi doğaldı elbette. Yeni ülkelerinde, yeni koşullarında, beş parasız büyüyen yetimler kuşağı, okullarını, kiliselerini, kültür kurumlarını ayakta tutmaya çalışacaktı her şeyden önce.


Yaşanan acının yarattığı tahribat, o tahribatın getirdiği savrulma, maddi ve manevi anlamda büyük bir kırılma, büyük bir gerileme yaşanmasına neden oldu. Ermeni kültürünün gürül gürül akan damarları kesildi. Türkiye devletinin inkâr politikasının geri dönüşü imkânsız hale getirmesi, geçici bir hal olduğu sanılan diasporadaki yaşamı kalıcı hale getirdi.

Ermeniler, bu yeni koşullarla nasıl başa çıkacaklarını bilmiyorlardı. Yeni zamanlarda, kültürlerinin devamlılığını sağlamakta güçlük çektiler. Dil, edebiyat, müzik, sanat, zanaat geriledi. Geçmişe sarılma, geçmişi yüceltme yaşamın en temel dinamiği haline geldi. Bu, çoraklaşmayla, kavruklaşmayla sonuçlanacak bir kısır döngüydü. Hrant Dink, dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan Ermenilere, bu negatif ruh halini içselleştirmek yerine, kısır döngüden kurtulmak için, yeni Ermenistan’la sağlıklı bağlar kurmalarını önerecekti.

Beri yandan, bugünden baktığımızda, diasporadaki hayat, pek çok olumlu değer üretebilecek potansiyele sahip. Ermeniler, yaşadıkları yerlerde kendi kültürlerini olumlu değerler çevresinde örgütledikçe daha dünyalı olacak, daha dünyalı oldukça kimliklerinin çeşitliliğini ve çoksesliliğini, velhasıl varlığını sürdürmesini garanti altına alacaklar.


Bu dönüşümün kaçınılmaz bir sonucu da, Ermenilerin yeni bir Türk tanımı yapması olacak şüphesiz. Devletin resmi inkâr politikasıyla halk tabakalarını birbirinden ayıran bir bakış açısı geliştirilmedikçe, Ermeni kimliği, kendisini tüketen öğelerinden kurtulamayacak. Garip ama, bugün belki de, Türk devletinin yüz yıl önce kapıdan kovduğu Ermeniler, Türkiye toplumunun değişimine katkıda bulunmak için bacadan girmek zorunda.


İdrak edilmesi gereken gerçek, dünya üzerindeki 200 küsur devletin Ermeni soykırımını resmen tanımasının bile Ermenilerin acılarını dindirmeyeceği. Çünkü ölenler de, yitirilen yaşam da geri gelmeyecek. Ama yeni bir yaşam için mücadele etme seçeneği her zaman mümkün. Bu da ‘Türk’le konuşabilmekten geçiyor. Ermenilerin, bugün, kurban psikolojisiyle yetinmekten çok daha zorlu olan bu yolu tercih edecek bir akla ihtiyacı var.

Hiç yorum yok: