Agos, 9 Temmuz 2010
Hükümet, geçen hafta, Ermeni toplumunun patrik seçimi için yaptığı başvuruyu reddetti ve geleneklerde bulunmayan bir ‘genel patrik vekilliği’ makamı tesis ederek, halkın seçim hakkını gasp etmiş oldu. Bu karara hiçbir itirazda bulunmadan, 48 saat gibi bir sürede, adeta yangından mal kaçırırcasına patrik genel vekilini seçen Kilise Genel Kurulu ise, hükümetle birlikte tarihsel bir sorumluluk altına girmiş oldu. Eğer bu dayatmadan, eğer bu “Ben yaptım oldu!” yolundan gerisingeri dönmezlerse, Ermeni toplumunun vicdanında aklanmaları mümkün olmayacak.
Devletin, gölgesini Ermeni Patrikliği’nin üzerinden eksik etmeme merakı Ermeniler için yeni değil; buna alışkınız. Ama kendini gayrimüslimlerin haklarının savunucusu olarak göstermeye çalışan bir hükümetin, Ermeni Patrikliği’nin başında olacak din adamının seçilmesi konusunda bu kadar müdahaleci davranmasının; dahası, halkın görüşünü hiç dikkate almadan yeni bir içtihat yaratmaya yeltenmesinin demokratlıkla ve iyi niyetle ilgisi yok. İktidar, eğer bu tavrında ısrarcı olacaksa, Ermenilerin patrik seçme hakkını yok saymış bir hükümet olarak, bütün dünyaya nasıl “Ben tüm vatandaşlarıma eşit mesafedeyim” diyecek?
Bugün artık bariz bir şekilde ortaya çıkan manzara, Patrik II. Mesrob’un rahatsızlanmasının ardından oluşan boşluğun devletin istediği şekilde doldurulması için hazırlanan bir plana işaret ediyor. Bu plan çerçevesinde, Ermeni Patrikliği ve sivil alanın temsili, hükümetin istediği tepkileri vermek üzere el altında bulundurulan iki ‘baş’a teslim edilecekti. 1915 meselesi, Ermenistan’la ilişkiler, gayrimüslimlere yönelik ayrımcılık gibi konularda zora girildiğinde, hükümetle ahenkli sesler çıkaracak, Ermenilerin Türkiye’de mutlu bir şekilde yaşadıklarını, ayrımcılığa uğramadıklarını, Türkiye dışında kalan Ermenilerin şu ya da bu konuda haksız olduğunu bütün dünyaya duyuracak, sadık Ermeni ‘lider’lere ihtiyaç vardı. Ruhani Kurul Başkanı Ateşyan’ın ve hükümet tarafından ‘Ermeni cemaati başkanı’ olarak lanse edilen Bedros Şirinoğlu’nun son bir buçuk yıldaki icraatlarına, konuşmalarına, genel tutumlarına baktığınızda, bu rolü hakkıyla oynadıklarını görmek hiç de zor değil.
Seçim değil atama
Yazık ki, Ermeni toplumu bu dönemde iyi bir sınav vermedi. Oldubittilere, dayatmalara, bizim adımıza söylenen ama hepimizi utandıran açıklamalara gereken tepkiler verilmedi. Halkın büyük çoğunluğu yaşananlardan son derece huzursuz olsa da, seçtikleri vakıf yöneticileri, Ateşyan’ın ve Şirinoğlu’nun gücünden korktukları için, bu huzursuzluğu dile getirmedi. Kilise, Patrikhane çatısı altında milyonlarca dolarlık bir komisyon pazarlığına girmiş olduğunu itiraf eden bir başepiskoposun önderliğini itiraz etmeden hazmederek, lekeye ortak oldu. Bizler, suni bir ‘patrik / eşpatrik’ ayrımı etrafında kamplaşarak, yukarıdan çizilen planın uygulanması için uygun ortamı yarattık. Herkesin şikâyetçi olduğu, ama değişmesi için kimsenin elini taşın altına sokmadığı bir düzenin devam etmesi, bizleri de çarpıklıkların müsebbibi kıldı.
Ama artık biliyoruz ki pabuç pahalı. Türkiye Ermenileri, tarihleri boyunca belki de en önemli politik kazanımlarından biri olan kendi ruhani temsilcisini seçme hakkını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Bugün, patrik genel vekili adı altında, patriklik makamına fiilen bir ‘atama’ yapıldı. Yarın, başka bir hükümet icraatıyla, seçme hakkının Ermenilerin elinden ilelebet alınmayacağını kim garanti edebilir?
Hasta patriğin ardına gizlenen, onun için timsah gözyaşları dökenler, akli melekeleri yerinde olmayan II. Mesrob’un halen resmen patrik olduğu savına tutunarak, meselenin içinden çıkılmaz bir hal almasına neden oldular. Mevcut patrik istifa edecek durumda olmadığı için yeni bir patrik seçilemeyeceğini iddia edenler, istifa dahi edemeyen bir patriğe nasıl patrik denebileceğini sorgulayanları susturmaya çalıştılar. Gelinen noktada, patriğin rızası alınmadan atanmış bir ‘genel vekil’in meşru olmadığını çok iyi bildikleri halde suskun kalmaları ve göstermelik bir seçimle ihdas edilen genel vekillik unvanını dahi sindirebilmeleri, onların asıl niyetini göstermiyor mu?
Danışıklı dövüş
Ermeni Kilisesi, tarihi boyunca çok çeşitli baskılara maruz kaldı. Ancak devletin kilise hukukunu çiğneyen bir uygulaması, belki de tarihte ilk kez bu kadar kayıtsız şartsız bir teslimiyetle kabul edildi. Valilik kanalıyla tebliğ edilen karara itiraz edilmemesi, hükümet nezdinde hatanın düzeltilmesi için girişimde bulunulmaması, hukuki bir mücadele başlatılmamış olması ve bütün bunlar yaşanırken Ermeni toplumuna hiçbir şey sorulmamış olması, bu emrivakiyi gayrimeşru kılmaya yetiyor. Gösterilen teslimiyet, hükümetin, bu kararı, Patrikhane’yle dirsek teması içinde aldığını düşündürüyor. Yani yapılan, danışıklı dövüşten başka bir şey değil.
Bugün bu kararı kabullenen ruhaniler, eğer gerçekten kiliselerini seviyorlarsa, işledikleri tarihi hatadan geri dönmenin yollarını aramalılar. Attıkları adım, halkla kilise arasında yavaş yavaş örülmekte olan duvarların iyice yükselmesine neden oldu. Patriklik makamı çirkin bir iktidar mücadelesinin odağı haline geldikçe insanlar kiliseden uzaklaşıyor ve hepimiz, cemaatinin sevgisini ve bağlılığını hak etmeyen bir kilisenin çözülmeye mahkûm olduğunu biliyoruz.
Ermeniler, ruhani önderlerini, yedide bir oranında din adamına karşılık yedide altı oranında sivillerin oyuyla seçerler. Bugün, patriğin yetkilerine sahip olacak din adamının sadece ruhanilerin kararıyla seçilmesi, halkın söz hakkının çalınması anlamına geliyor. Bu hırsızlığın herhangi bir sorun yaratmayacağını ileri sürmek, ancak saflıkla veya kötü niyetle açıklanabilir.
Ermeni toplumu, bir haftadır, tepkisini dile getirmek için çareler arıyor. Susturulmak istenen insanların olan bitene seyirci kalacağı yanılsamasına kapılanlar, sahip oldukları iktidarın büyüsüyle sıradan insanların varlığını göremez hale gelenler, bu seslere kulak vermeliler. Aksi takdirde, sahip olmak istedikleri makamı ve mevkiyi bir daha rüyalarında dahi göremeyebilirler. Unutmayalım, tarihin çöplüğü, muradına erememiş kifayetsiz muhterislerin hayaletleriyle dolu. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder