Siyasetler üstü suç birliği

Agos, 14 Ocak 2011

İnsanlık adına yapılmış bir heykelden ucube diye söz eden ve onun kaldırılacağı müjdesini veren bir Başbakan’la, “90 bin şehit daha vermek için” ant içmiş bir Dışişleri Bakanı’na sahip bir ülkede, yetim bir halkın yetim bir çocuğunun katledilmesinin hakkını nerede arayacaksınız?

Hrant Dink’in oğlu Arat’ın geçen sene bütün Türkiye’nin gözünün içine baka baka söylediklerinden sonra artık söylenecek hangi söz kaldı?

Her şey o gün de göz önünde değil miydi?

Onun nasıl adım adım hedef haline getirildiği görülmüyor muydu?

Nasıl katledildiği daha ilk dakikadan bilinmiyor muydu?

Tetikçi daha ilk günden kahraman muamelesi görmedi mi?

Daha ilk ayda bütün Emniyet ve Jandarma bağlantıları ortaya çıkmamış mıydı?

Devletin onun kalemini kırdığını, bu cinayetin müştereken ve taammüden işlenmiş bir suç olduğunu en cahilinden en okumuşuna Türkiye’de her vatandaş en son hücresine kadar bilmiyor muydu? Bilmiyor mu?

Hrant’ın Arkadaşları’nın 19 Ocak için yaptıkları çağrıda söylendiği gibi, “Dört yıldır yürekleri yok, yüzleri yok” ki bu sorulara ve daha yüzlercesine cevap versinler.

Görene görünür

Maktul bir gazeteci olduğuna göre, yazılarının tanıklığı her şeyden daha önemli olmalı. Fazla uzağa gitmeye hacet yok. Artık herkesin çok iyi bildiği o son iki yazıya bir kez daha bakmak yeter. Bizim için kerteriz noktası orada. O yazılarda sözünü ettiği, kendisini “açık hedef haline getirmeye çalışan derin güç”ün kimler olduğunu anlamak için allame-i cihan olmaya gerek yok.

Türk Ceza Kanunu’nun Türklüğü aşağılamayı cezalandıran 301. maddesinden mahkûm olmasının ardından sorduğu sorunun yanıtı da hiç zor değil. “Benim Ermeni olmamın bu sonuçta bir rolü oldu mu?” diye sormuştu, hatırlıyor musunuz?
Kerinçsiz grubuyla ve daha ötesiyle ilgili söyledikleri yeterince açık değil miydi anlayan için: “Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.”

Avukatımız Fethiye Çetin, cinayetin dördüncü yıl raporunda bakın ne diyor: “Sıradan ve olağan bir cinayet olayında şayet maktul, ölümle tehdit edildiğine, hedef gösterildiğine ilişkin bir yazı, bir mektup bırakmış ise, soruşturmayı yürüten savcı, bu mektubu, ya da yazıyı dikkate almak ve bu mektupta adı geçenler hakkında soruşturma yapmak zorundadır.”

Hal böyleyken, soruşturmayı yürüten savcılar, Hrant Dink’in söz konusu yazılarını görmezden gelmediler mi?

Derdimiz çoktur, hangisine yanalım?

Kötü kopya

Türkiye’nin sağcıları, solcuları, ilericileri, muhafazakârları, devrimcileri, dindarları, Türkleri, Kürtleri… Evet, hepimiz bin bir türlü badirelerden geçiyor, bin bir türlü mücadelenin içinde yoğruluyoruz. Bu mücadelenin gidişatına göre kâh o tarafa kâh bu tarafa eğiliyor, öyle veya böyle bir yol alıyoruz.

Siz görseniz de görmeseniz de, anlasanız da anlamasanız da, idrak etseniz de etmeseniz de, bu mücadelede asıl test, Ermeni meselesidir. Ermeni olmamıza bakıp da bunu Ermeni davasının bayraktarlığına soyunmamıza yormayın, muradımız bu memleketin geleceğiyle ilgili. Ve tam da bu yüzden, tarihte kaldığı sanılan Ermeni kıyımının o kadar da tarihte kalmadığını, bugün hâlâ devam ettiğini gösteren Hrant Dink cinayetidir asıl sınav.

Öncesi ve sonrasıyla, esas olarak Türkiye’de devleti ve Türk etnik kimliğini yücelten bir zihniyetin ürünü bu cinayet; biraz izan sahibi olanlar bu nokta üzerinde anlaşıyor. İttihatçılık, Kemalizm, vatanseverlik, İslamcılık, Nizamı alemcilik, Neo Osmanlıcılık, milliyetçilik, ulusalcılık, ırkçılık, ülkücülük, Hıristiyan karşıtlığı… Bu toprakların şiddet besleyen bütün ideolojilerinin ortaklaşa peydahladığı kara bir leke 19 Ocak.

Bu ideoloji çorbasının yarattığı iklim sayesindedir ki, askerle, polis, darbeciyle istihbaratçı, beyaz Türk gazeteciyle muhafazakâr bürokrat, cinayeti işleyip sonra da üzerini örtmeye, unutturmaya çalıştı. Birlikte.

Buna karşılık, Hrant Dink’in katledilmesinin milyonlarca Türkiyelinin ruhunda açtığı derin yarığın nedeni, bu suç birliğinin farkında olmaktı. Agos’un kuruluşundan sonra yaptığı her şeyle kendini göstere göstere Türkiye toplumuna ‘emanet’ etmiş bir Ermeni’ye sahip çıkamamanın suçluluğuydu aynı zamanda. Hepimizin gözü önünde, adeta canlı yayında gerçekleşen bu ölüm, ta doksan küsur yıl önceki cinayetlere bağlanıyordu.

İşte bu yüzden, yeni bir Türkiye de, ancak bu siyasetler üstü suç birliğinin bozulmasıyla doğacak. Bu hayırlı milat gerçekleşene kadar da her açılım eksik, her demokratikleşme adımı yarım, her reform şüpheli kalmaya mahkûm olacak.

Cinayetin işlendiği gün, Hrant Dink’le birlikte, içimizdeki değişime dair umutları toprağın bin kat dibine gömüldüğünü düşündük. Ne kadar çalışıp çabalarsanız, ne kadar ter dökerseniz dökün, yeni bir geleceği inşa etmek, geçmişi konuşup tartışmak için elzem olan en küçük siyasal zeminin dahi var olmadığını görmekti en büyük hayal kırıklığını yaratan. Umudu yeniden gün yüzüne çıkarmak, ancak ve ancak bu davanın arkasındaki bütün pisliğin ortalığa saçılmasıyla mümkün. Hep birlikte makûs talihimizi ancak o gün yenebileceğiz. Yanımızdakini kimliğimizin şu ya da bu yüzüyle alt etmekten vazgeçmeyi öğrendiğimiz gün.

Yarın darbe girişimlerini mahkûm etmiş bile olsa, Hrant Dink cinayetini üç beş tetikçiyle sınırlı tutup kapatmış bir Türkiye, belki bugünkünden daha demokratik bir görünüme sahip olabilir. Ama geçmiş cinayetlerin çamurları eteklerinden temizlenmemiş bir demokrasi, gerçekten adil bir yönetimin ancak kötü bir kopyası olabilir. Zamanla koflaşacak, içi boşalacak, sonra da puf diye yıkılıp gidecek kötü bir kopya.

Hiç yorum yok: