Muradyan’a cevaben

Agos, 28 Ocak 2011

Armenian Weekly dergisinin yayın yönetmeni Khaçig Muradyan’ın ‘Kimse Hrant Dink Değil’ başlıklı yazısına çeşitli itirazlarım var. [İngilizce aslı şurada]

Ancak öncelikle, o yazıda serdedilen görüşlere dair bence son derece isabetli tespitlerin, geçtiğimiz hafta Köxüz internet sitesinde, Garbis Altınoğlu tarafından, benim yapabileceğimden çok daha net bir şekilde dile getirildiğini söylemeliyim. (Her iki yazıyı da Basın sayfamızda okuyabilirsiniz) [Köxüz linki açılmazsa şurayı da deneyebilirsiniz]

Muradyan, “Hrant Dink’in sokak ortasında öldürülmesinden dört yıl sonra bile, cenazede binlerce insanın, daha sonra da yüzlerce yazarın Dink’in ölümünü takip eden aylar ve yıllar boyunca tekrarladıkları ‘Hepimiz Hrant’ız, ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganıyla bir türlü barışamadım” diyerek başladığı yazısında, “kimsenin Hrant Dink olmadığı” gerçeğinden ve gerçek katillerin ortaya çıkmamış olmasından hareketle, “Türkiyeli bir aydın ya da aktivistin klimalı salonlarda Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesinin önemi üzerine konuşmalar yapması, ona, Ermeni olmak şöyle dursun – Ermenilerin acılarını ‘paylaşma’, ‘hissetme’, ‘anlama’ yok edilen ve mülksüzleştirilen Ermeniler için yas tutma hakkı tanımaz” diyor.

Muradyan’a göre, “Türkiye’de aydın, yazar ve aktivistler onun ismini proje ve üretimlerinin markası gibi kullanarak Ermenilere, Türklere ve tüm dünyaya sunuyorlar” ve böylece eleştirilemez hale gelmeye çalışıyorlar. Muradyan, Türklerin, Ermenilerin acısına dair “paylaşma, hissetme ve anlama” beyanlarının ise hiçbir anlamı olmadığını, çünkü Türk milli ekonomisinin, büyük ölçüde Ermenilerin mallarına, mülklerine el konmasıyla oluştuğunu, Ermenistan ile Türkiye arasındaki güç asimetrisinin de bu mülksüzleştirmenin sonucu olduğunu söylüyor. Muradyan son olarak, “Ermenilerle gerçek bir duygudaşlık kurabilmenin yolu” nun, Türk “aydın, yazar, ya da aktivistlerin (…) klimalı salonlarından çıkıp Der Zor çöllerinde anmalar düzenlemekten” geçtini belirtiyor.

Ahlaki olmayan zemin

Muradyan’ın durduğu yerden bakıldığında, ‘çıkarcı ve fırsatçı Türk aydınları’na had bildiren bir yazı bu. Ama kanımca, tarihte dondurduğu ‘Türk’ denen varlığa hiçbir değişme şansı bırakmayan, sinik bir bakış açısının ürünü olan bu yazı, ahlaki kabul edilemeyecek, milliyetçi bir bakış açısının ürünü. Çünkü bir halkı bir suçtan bütünüyle mahkûm eden bir anlayıştan hareket ediyor.

Biz Ermenilerin düştüğü en önemli tuzaklardan biri, mağduriyetimizin, kurbanlığımızın, adaletsizliğe uğramışlığımızın bizi otomatikman haklı kıldığına dair bir önkabule sahip olmamız. Oysa demokrat bir bakış açısını içselleştirmedikçe, haklı olmak için sahip olduğumuz meşru zeminin ayaklarımızın altından kayması işten bile değil. Türkiye’de geçmişi anlamak için gösterilen içten çabayı görmezden gelip mevcut somut koşulları tahlil etme çabasına girişmeden, yukarıdan ve suçlayıcı bir tonla “soyulmanın ve aşağılanmanın ne olduğunu” anlamanın yolu olarak Der Zor’u adres göstermek, Türklerin kendilerini gerçekten sorgulamalarını sağlayacak demokratça bir tavır değil ne yazık ki.

Türkiye’nin 1915’le ilgili esas sorunu, ‘bilmeme’ sorunudur. Bugün Muradyan’ın eleştirdiği, Ermeni sorunuyla yüzleşmek için çaba gösteren aydınların tamamı, çocukluklarında ve gençliklerinde, 1915’te ne yaşandığını bilmiyordu. İnsanların hayatlarının önemli bir bölümünde bilmeden yaşadığı ve sonradan vâkıf olduğu tarihsel bir gerçeklik hakkında, henüz son 15 yıldır, o da hayli mayınlı bir tartışma zemini varken, üstelik devletin balyozu da resmi söylemin dışına çıkanların her daim tepesindeyken, hep daha fazlasını istemek ve bunu bulamayınca da “Bakın işte, yine aynı hesapçı, yalancı Türkler!” diye parmak sallamak kabul edilebilir mi?

Muradyan’ın sözünü ettiği aydın grubu ve onların hitap ettiği toplumsal kesimin önemli bir çoğunluğu, geçmişte devlet şiddetinin en hasına, darbelere, hapis cezalarına, işkencelere maruz kaldı. Bugün Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi ve geçmişiyle yüzleşmesi için çaba gösteren her kişinin bedel ödemeyi göze almış olduğunu ve hep hedefte olduğunu da biliyoruz. Hal böyleyken, bu insanları “klimalı odalarda konuşmak” gibi belaltı tabirlerle vurmaya çalışmak hangi akla hizmet ediyor?

Kimin haddi

Türkiye’de geçmişle ve 1915 soykırımıyla yüzleşme çabasının karşısında göz ardı edilemeyecek aktörler var. Devlet, milliyetçiler, toplumun damarlarına nesiller boylunca zerkedilen önyargılar... Buradaki güç dengesini, devletin ve milliyetçilerin Ermeni meselesinde gösterdiği sistemli çabayı, ve bu mücadelenin ne gibi riskler içerdiğini hesaba katmadan, toplumda bu konuda bir farkındalık yaratma yolundaki uzun erimli girişimleri bir çırpıda mahkûm etmek, insanlara “Ermenilerle duygudaşlık kurma” hakkını dahi tanımamak, daha baştan bütün kapıları kapamak değil mi?

Türkiye’de bugüne dek önemli kazanımlar elde eden mücadele bin bir farklı cephede ilerliyor. Ermenilerin daha yalınkat 1915 gündemlerinin aksine, Türkiyeli aydınlar için 1915, pek çok simgesel sorundan biri. Elbette ki önemli bir tanesi. Ama mücadelenin bütün amacı, Türkiye toplumunun geçmişiyle hakkıyla yüzleşebileceği, bu arada da 1915’te yaşananları gerçekten idrak edebileceği demokratik bir zemini yaratmak. Bu kadar geniş bir cephede mücadele sürerken, devletle bireyler arasında hiçbir ayrım yapmayıp bütün Türkleri suçlu ilan etmek ne kadar insaflıca?

Hrant Dink’in ölümünden sonra, onun adını kullanarak kendi siyasi amaçlarına ulaşmak isteyenler olduğu doğrudur. Ama bu durumu genellemek ve Hrant Dink’in temas edip gerçekten dönüştürdüğü, uyandırdığı ve etkilediği insanları görmemek büyük bir haksızlık. Muradyan’ın, mensup olduğu siyasi geleneğin Hrant Dink’in sağlığında ona hangi suçlamaları yönelttiğini anımsayıp bu konuda bir özeleştiriye girişmek yerine, onun tüm benliğiyle yan yana durduğu Türkiyeli demokratlara yüklenmesi, üstelik bunu Hrant Dink’in adını kullanarak yapması ne kadar ahlaki?

“Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” sloganı, kişisel düzlemde, biz Ermenilere, olup biteni geri çevirmek mümkün olmadığından, boş, anlamsız gelebilir. Ama siyasi analizler yaparken, bu sloganın Türkler için ne ifade ettiğini, milliyetçi zihniyet karşısında bu sloganın ne anlama geldiğini düşünmek gerekmez mi? Türkiye’de milliyetçilerin bu slogandan neden bu kadar rahatsızlık duyduğu üzerine kafa yormadan, Hrant Dink’i yüreklerinin en derininde anan ve onun yolunda yürümeye çalışan insanlara onun adına had bildirmeye çalışmak, kimin haddine allahaşkına?

Hiç yorum yok: