Geçen haftaki Agos’ta Alin Ozinian imzasıyla yayımlanan, İstanbul’daki Ermenistanlı göçmenlerin sorunlarına dikkat çeken bir dizi söyleşi, kanayan bir yaramıza parmak bastığı için çok önemliydi.
Ermenistanlı göçmenlerin, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ülkelerinde yaşam koşullarının dayanılmaz bir hal alması nedeniyle dünyanın dört bir tarafında ekmek kavgası peşine düşmeleri, büyük bir insani trajedi yarattı. Aslında bu trajedi, Ermenistanlılara özgü de değildi. Doğu Bloku ülkelerinde yaşayan milyonlarca insan, rejimin yıkılmasının ardından ülkelerini terk ederek, alışık olmadıkları koşullarda, üstelik Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle gittikçe azgınlaşan neo-liberal politikalar nedeniyle en hoyrat sömürülere maruz kaldılar.
Yıllar geçtikçe bazı ülkelerde ekonomik durumun göreceli olarak iyileşmesiyle o ülkelerin yurttaşları için bu durum hafiflese de, Karabağ Savaşı bahanesiyle Ermenistan sınırını kapalı tutan Türkiye’nin ambargosu nedeniyle ekonomik krizin kronik hal aldığı Ermenistan’da, nüfusun üçte biri ülke dışına çıktı. Bu insanların bir kısmı da Türkiye’ye geldi.
‘Türkiye’deki Ermenistanlılar’ yeni bir sosyolojik olgu değil. 1990’ların başlarından bu yana çok sayıda Ermenistanlı Türkiye’ye geldi ve ev işlerinden ticarete, fabrika işçiliğinden boyacılığa çeşitli işlerde çalıştı. Aralarında, ailesini geçindirebilmek için bedenini satan kadınlar da vardı. Türkiyeli yetkililer, çoğu zaman vizesiz olarak ikâmet eden bu insanların varlığına göz yumdu. Muhtemelen, bunun ardında, Ermenistan’la sorunlu giden ilişkilerde onları koz olarak kullanabilme düşüncesi vardı.
Koşulları çok zor
Bugün, çok sayıda Ermenistanlı, İstanbul’da, özellikle Kumkapı civarında yerleşmiş durumda. O muhitle bütünleştiler. Dükkânların vitrininde, çarşıda, pazarda Ermenice yazılar göze çarpıyor. Pek çoğu yıllardır burada yaşıyor ve yakın bir gelecekte ülkelerine dönmeyi düşünmüyor. Çünkü Ermenistan’da burada sahip oldukları koşullardan bile daha kötüsüne razı gelmek zorundalar.
Bu sorunun en can alıcı yönlerinden biri çocuklar. Bazıları Ermenistan’ı hiç görmemiş, bazıları ise oraları hiç hatırlamayan, yüzlerce, belki binlerce çocuk bugün İstanbul’da yaşıyor. Ebeveynlerinin yasal bir statüsü olmadığı için onlar da kaçak olarak yaşamak zorundalar. Oysa onlar çocuk ve her çocuk gibi büyüyorlar; okula gitmeleri, bir eğitim almaları gerekiyor. Eğer eğitim alamazlarsa, hayatları boyunca fakirliğin kısır döngüsünü kıramama, daima ucuz işgücü olarak kullanılma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar.
Pek çok mülteci ve göçmenin sığındığı Türkiye’de, bu sorunu sadece Ermenistanlı çocuklar yaşamıyor elbette. Afrikalı, İranlı veya Iraklı pek çok ailenin çocuğu da benzer bir çaresizlik içinde.
Oysa Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre, bütün ülkeler çocukların eğitim hakkını kabul etmek ve “eğitim alanında, özellikle cehaletin ve okuma yazma bilmemenin dünyadan kaldırılmasına katkıda bulunmak, çağdaş eğitim yöntemlerine, bilimsel ve teknik bilgilere sahip olunmasını kolaylaştırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirmek ve teşvik etmek” zorunda.
18 yaşından küçük olan her insanın, yani her çocuğun eğitim hakkından yararlanması, evrensel hukukun vazgeçilmez bir değeri.
Ermeni okullarına gidebilmeliler
Geçtiğimiz dönemlerde, Ermeni toplumu, bu çocukların İstanbul’daki Ermeni okullarına devam edebilmeleri yönünde talepte bulunmuş, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, bu talebe, çocukların yasadışı statüde olmaları nedeniyle çözümün zor olduğu ama konuyu araştıracakları yanıtını vermişti. Bir süre sonra da, yasal statüdeki Ermenistanlı çocukların Ermeni okullarına devam edebileceği açıklandı. Bu, olumlu gibi görünse de, Türkiye’de yasal statüde olan Ermenistanlı çocukların sayısının iki elin parmaklarını geçmiyor olması nedeniyle, esasen işlevi olmayacak bir idari adım.
Oysa Türkiye, Ermenistanlı veya değil, göçmen ailelerin çocuklarına öncelikle ‘çocuk’ olarak bakma olgunluğunu gösterebilir. Yasadışı olan, çocuklar değil. Onlar, kendilerini bu karanlık döngüye hapseden uluslararası sistemin küçük kurbanları. Anne ve babaları ucuz işgücü olarak kullanılır ve varlıklarına göz yumulurken, onların eğitimsizliğe ve cehalete mahkûm edilmesinin hiç kimseye bir yararı yok.
2003’ten beri, Gedikpaşa Protestan Kilisesi, büyük bir toplumsal hizmette bulunarak, bodrum katında Ermenistanlı çocukların eğitim alabilmesi için faaliyet gösteriyor. Kilisenin bodrumunda, ‘okul’ diyebileceğimiz eğitim yuvasında 70 çocuk ders alıyor. Onlara öğretmenlik yapan Heriknaz Avagyan, onların yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Çocukları gruplara ayırıp ders yapıyoruz. Beşinci yılı bitiren her öğrencinin annesine anlatıyorum, ‘Çocukları Ermenistan’a gönderin, eğitimlerine devam etsinler, gelecekleri için’ diyorum. Vartan diye bir öğrencim vardı, çok zeki, çok çalışkan. Göndermedi ailesi onu Ermenistan’a, burada kalıp çalışmak zorunda kaldı, ama onun defterlerini hâlâ saklıyorum ben. Öyle güzel el yazısı vardı ki, kıyamıyorum atmaya. Çocukların hayalleri gerçekleşmiyor, kimse onlara ‘Ne olmak istiyorsun?’ diye sormuyor. Erkekler ya kuyumcu ya da fabrika işçisi oluyorlar, kızların durumu ise çok daha kötü.”
İşte bu çocukların durumunun daha da kötüleşmemesi için artık bir çare bulunması gerekiyor. İstanbul Ermeni toplumu, yetkili kurumları, okulları, vakıfları, Ermenistanlı çocukların eğitim sorunun gündemden düşürmemeli, hükümetten bu konuda talepte bulunmaya devam etmeli. Hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı ise, her birinin ailesi Anadolu kökenli olan bu çocukların hiç değilse ‘misafir öğrenci’ statüsünde okullara devam edebilmeleri için gerekli adımları atmalı. Bu bir siyaset değil, insanlık meselesi.