Hayatın türlü çeşitli veçhelerini keser unutmak. Enine de, boyuna da…
Artık bir başkası vardır, sevdiğinizi unutursunuz; seviyorsunuzdur, sevmediğinizi unutursunuz; bir koltuğa o kadar karpuz sığmıyordur, neyi ne için yaptığınızı unutursunuz; işiniz başınızdan aşkındır, hatırlamayı unutursunuz; tembelliğiniz üstünüzdedir, unutmak istersiniz; işinize öylesi geliyordur, unutursunuz; sırf böylesi daha sağlıklı diye, unutursunuz; unutmadan yeni bir hayata başlayamayacağınızı düşünür, unutursunuz; suçluluk duyar, unutursunuz; affetmek için, unutursunuz; benim gibi unutkan olduğunuz için, unutursunuz. Öyle ya da böyle, bir şekilde ve sürekli olarak unutursunuz. Unuturuz.
Unutmak bir tür kaydırma işlemi midir? Öncelikler sıralamasında doğal ve masum bir değişimden mi ibarettir? Acımasız ama gerekli midir? İnsanın öz savunma sisteminin has parçalarından biri midir? Einstein mı söylemişti unutmanın en büyük hastalık olduğunu?
Murat Uyurkulak’ın ‘Har’ romanında, unut(a)mayan sıradan insanlar, ezilenler, unutamadıkları ve başka çareleri de kalmadığı için infilak eder ve yamulurlar. William Saroyan’ın “Delirmek bizim ailenin özelliklerinden biriydi” dediği ruh halidir bu.
Geçmişi unutamadığı için infilak edip yamulmak, kolayca unutanların doğruluğuna yeğ değil midir?
*
Türkiye’de, 1915’te yaşanan Büyük Felaket hakkında konuşmaya çalışır, Türk-Ermeni ilişkilerinin geleceği hakkında tartışırken kolayca taraftar bulan bir görüş, geçmişi unutup geleceğe bakmak gerektiğini savunur hararetle.
Buna göre, geçmiş geçmiştir ve orada yaşanmış olan sorunların bugün gereksiz yere gündeme getirilip önümüze tekrar tekrar sürülmesi, geleceğimizi ipotek altına alan bir tercihtir. Geçmişte olan biten madem ki yaşanıp bitmiştir, bu tartışmalar bizi yeniden ve yeniden bölmekten gayri bir işe yaramazlar. Oysa barışçı bir gelecek inşa edeceksek, bir araya gelmeye ihtiyacımız var, ayrı düşmeye değil.
Zaten halklar arasında bir sorun yoktur. Ermenilerle Türkler yüzlerce yıl birbirlerine iyi komşuluk etmiştir. Şarkılar ortaktır, rakının yanında topik ne de güzel gider, Mari Teyze gibi terzi, Garo Usta gibi taş ustası gelmemiştir bu dünyaya…
Bu yazıya iliştirilmiş fotoğraf, bu ayın başında Paris’te, eski Yahudi mahallesi Marais’de çekildi. Bir okul binasının girişi üzerindeki kitabede şunlar yazıyor:
“Bu okuldaki 165 Yahudi çocuğu İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’ya sürüldü ve Nazi Kamplarında imha edildi. UNUTMAYIN”
Fransa, savaş sırasında faşizmin işgali altındaki Paris’te bir okuldan alınıp toplama kamplarına gönderilen 165 Yahudi evladını unutmuyor. Muhtemelen başka yerlerdeki başka Yahudi çocukları, kadınları ve erkekleri de…
Türkiye ise baskıya uğramış, ezilmiş, yerinden yurdundan edilmiş evlatlarını hiç aklına getirmeden, kerameti kendinden menkul bir yolda telaş içinde yürümeye devam ediyor. Geçmişin hayalet yüzlü tanıklarının gözlerinin içine bakmak için ayıracak tek bir saniyesi bile yok.
Halbuki unutmak için önce hatırlamak gerekiyor. Hatırlamak yüzleşmeyi, yüzleşmekse acı çekmeyi, bedel ödemeye hazır olmayı ima ediyor.
Unutkanlıktan ileri gelen haklılığın tadını çıkarırken “geçmişe değil geleceğe bakalım” diyen doğrular, unutamadığı için yamulanların çektikleri ıstırabın tam üstünde oturuyor.