Kanadalı dünyaca ünlü yönetmen Atom Egoyan, 28. İstanbul Film Festivali kapsamında gala gösterimi yapılan son filmi Adoration’da (Tapınma), kamerasını yine tehlikeli sulara yöneltiyor ve yaşadığımız dünyanın en temel siyasal meselelerinden biri olan, farklı etnik-dinsel kökenlerden insanlar arasındaki çatışma ve gerginliklere odaklanıyor.
Ancak Tapınma, salt büyük toplumsal meseleleri, o uğursuz tabirle söylemek gerekirse “medeniyetler çatışması”nı, Judeo-Hıristiyan ve Müslüman kültürleri arasındaki çarpışmayı ve bunun Batı dünyasındaki yansımalarını ele alan bir film değil. Egoyan, filmde, bireye ve aileye, insanlar arasındaki ilişkilere ait, can yakıcı, cevaplandırması zor pek çok soru sormaktan da çekinmiyor.
Ünlü yönetmen, Tapınma’da, izleyiciyi iletişim çağında bireyselliğin, mahremiyetin ve insanların birbirleriyle ilişkilenme biçimlerinin girdiği yeni şekiller üzerine düşünmeye davet ederken, bir yandan da terör, teknoloji, değişen kimlikler ve korku temaları etrafında geziniyor.
Simon (genç oyuncu Devon Bostick zor bir rolün altından başarıyla kalkıyor), okul için bir ödev hazırlarken, gazetedeki bir haberde bahsi geçen terörist çiftin yerine trafik kazasında yitirdiği anne babasını koyup olayı kafasında yeniden kurar. Sahte bir kimlik altında hikâyesini internette yayımlar ve insanlar bundan hiç beklemediği kadar etkilenir. Bu arada, Fransızca öğretmeni Sabin (her zamanki güzelliği ve duruluğuyla Arsinée Khanjian) de onun bu oyununa dahil olur. Hatta, Müslümanların, içinde yaşadıkları toplumda maruz kaldığı ayrımcılığa dikkat çekmek için, Simon’ın dayısı Tom’u (dünyaya küsmüş genç adam rolünde hayli inandırıcı bir oyunculuk sergileyen Scott Speedman) gizlice test edecekleri bir oyuna dahi dahil olur.
Sabin’in, oyun için abartılı bir tesettür içerisinde yüzünü gizleyerek Müslüman bir kadın kılığında Tom ve Simon’ın birlikte yaşadıkları eve gelmesi, filmin doruk noktalarından birini oluşturuyor. Bu yabancı (ve zeki) kadının, başlayan küçük sohbet sırasında yumuşacık bir şekilde dile getirdiği makul (ve masum) görüşler karşısında çaresiz duruma düşen Tom’un, onu “Burası özel mülk bayan!” diyerek kovmasıysa (ne de olsa o fikirleri dile getiren bir Müslümandır), kapitalist dünya değerlerini özümsemiş sıradan insanların, güç oyununun kurallarını uygulamaya nasıl da teşne olduğuna dair çarpıcı bir örnek.
Filmde, Simon oyununu sürdürdükçe, anne babasının ölümüyle ve diğer aile bireylerinin bu olaya dair suçluluk hissi nedeniyle parçalanmış olan ailesine dair hiç bilmediği sırların da kapısını aralamaya başlıyor. Bu sırlarda, sadece anne babasına değil, Sabin ve Tom’a da yer vardır.
Çok katmanlı, derinlikli, nüfuz etmesi her zaman için kolay olmayan işler çıkarmasıyla tanınan, filmlerinin senaryo ve kurgusunu, görüntü ve sesini adeta oya işler gibi işleyen Egoyan’ın bu on birinci uzun metrajlı filmi de, bu bakımdan diğerlerinden ayrılmıyor. Film, olay örgüsünün merkezinde bir kazanın yer almasıyla ve bu kazanın geride kalanların hayatlarını daha sonraki yıllarda nasıl etkilediğini anlatmasıyla, yönetmenin 1997 tarihli harikulade filmi ‘The Sweet Hereafter’la da benzerlikler taşıyor.
(Raffi Şirvanyan adıyla, 'Yer Göstericisi' bölümünde)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder