Agos, 14 Ağustos 2009
Bir toprak parçası üzerinde yaşayan toplulukları şu ya da bu etnik kimlik etrafında homojen bir bütün haline getirme projesi, geçmişte de, bugün de, büyük acılara neden oldu, çok can yaktı. Modern devletlerin, bir ulus yaratmak adına ortadan kaldırdığı, baskı altına aldığı, asimile etmeye çalıştığı kültürler, insanlık tarihinde kapkara bir mezarlık oluşturuyor. Yaşamın aklınıza gelebilecek her veçhesinde, müzikte, giyim kuşamda, yemekte, dilde, çokkültürlülüğü ve çoğulculuğu ortadan kaldıran, tek tip kimlik yaratma projesi, modern zamanlarda akan kanın, etnik temizliklerin, soykırımların da en önemli sorumlusu.
Geçen hafta kaybettiğimiz Aramê Tigran’la ilgili haberlerde, “Kürt asıllı Ermeni sanatçı” ve “Ermeni asıllı Kürt sanatçı” tanımlamalarının kullanıldığını görmek, bir yönüyle şaşırtıcı, bir yönüyle de öğreticiydi. Ermeni kimliğini taşıyan bir ailede doğmuş, ama anadilinin yanı sıra Kürtçe, Yunanca, Arapça, Süryanice gibi çeşitli dillerde şarkılar söylemiş ve en çok da Kürtler tarafından benimsenip baştacı edilmiş popüler bir figürün yarattığı bu kafa karışıklığı, bugün mutlak saydığımız ulusal bağlılıklara karşı güleryüzlü, insancıl bir alternatif öneriyor belki de.
Kadimden beri var olduğuna inanıp putlaştırdığımız etnik aidiyetler, tarihin bir döneminde kurgulanmış ve halen de kurgulanmaya devam eden birer tasarı. Bizler, ulus-devlet paradigması içinde düşünmeye programlanmış ve bunu içselleştirmiş modern bireyler olarak, tarihin belli bir aşamasında araçsal olduğu için tercih edilen ve önceki çağlarda çok daha oynak yataklarda akan kimlikler arasındaki geçişlilikleri anlamakta güçlük çekiyoruz.
Aramê Tigran’ın, ‘Ermenilik’ ve ‘Kürtlük’ arasındaki, katı çizgilerle ayrıldığını sandığımız sınırları, varoluşunun görünmez kanatlarıyla, olanca doğallığı ve müthiş bir sanatçı zarafetiyle, bir güvercin gibi süzülerek berhava etmesi, geleceğimiz adına umut verici bir örnek değil mi?
Aslında her birimiz, günlük hayatta farklı kimliklerimiz arasında kolaylıkla gidip gelebiliyoruz. Anne, baba, eş, kardeş, oğul, kız, işçi veya patron, kurban veya fail, ezen ya da ezilen olarak, tek bir gün içinde dahi farklı rollere bürünebiliyoruz. Ancak, kutsallık atfetmeyi öğrendiğimiz, ve esasında diğer kimliklerimize göre çok daha dışsal olan kimi ‘değer’ler için bunu yapmayı aklımızdan dahi geçirmiyor, dinimizi, milletimizi değiştirmektense, onlar uğruna ölüp öldürmeyi tercih ediyoruz.
Aramê Tigran’ın, Diyarbakır’ı ilk kez yetmiş küsur yaşında gördüğü halde orada gömülmek istemesinin, Ermeni olarak doğup pek çok farklı dilde şarkı söylemesinin, Kürtler açısından önemli bir kültürel simgeye dönüşmesinin bizlere anlatacağı çok şey olmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder