Agos, 18 Eylül 2009
Bu yazı, ilk kez verilen Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü İsrailli gazeteci Amira Hass’la birlikte alan Alper Görmüş hakkında. Ama Ödül Komitesi’nde yer aldığım için, içimde bir tedirginlikle başlıyorum yazmaya. Burada söyleyeceklerimin, jüri olarak neden Alper Görmüş’ü seçtiğimize dair bir açıklama olarak algılanmasından çekiniyorum çünkü.
Halbuki meramım başka ve bir yönüyle de kişisel. Hrant Dink Ödülü vesilesiyle, yapıp ettiklerini, yazdıklarını, uzun yıllardır bir okur olarak takip ettiğim ve Türkiyeli bir yurttaş olarak kendimi gönülden borçlu hissettiğim bir gazeteciye duyduğum şükranı ifade etmek, onun varlığının beni Türkiye’nin geleceği adına umutlandırdığını söylemek istiyorum.
Medyakronik ve Nokta
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, Kemalist rejimin bütün kurumlarının çatırdadığı, çatırdarken de son bir gayretle hayatımızı cehenneme çevirmek için cendereleri iyice sıktığı bir zamanda, demokrasi, insan hakları, etik ve vicdan temelli bir mücadelenin en önemli taşıyıcılarından biri oldu Alper Görmüş.
Kürşat Bumin ve Ümit Kıvanç’la birlikte hazırladığı Medyakronik’le, Türkiye’de daha önce pek yapılmamış bir şeyi, sistemli medya eleştirisini çalışmalarının odağına yerleştirmişti. 1980’li yılların ikinci yarısından sonra büyük bir hızla büyüyen, 90’larda özel televizyon ve radyoların açılmasıyla devasa bir endüstri halini alan, ama haberciliğin niteliği, meslek etiği, çalışanların haklarına saygı gibi değerler üzerine bir an için olsun durup düşünmeyen medyaya karşı, okurların elinde hiçbir sağlam ölçüt ve ilke yokken, Medyakronik’te haber ve yorumlar didik didik edilerek, tutarlı bir izlek, ahlaklı bir duruş geliştiriliyordu.
Görmüş’ün, sonraki yıllarda, Nokta’da Amiral Örnek’in, darbe planlarını içeren günlüklerini yayımlaması ise, Türkiye tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri oldu.
Ne yapmıştı Alper Görmüş? Hatırlayın bir. Basın camiasının varlığından uzun zaman önce haberdar olduğu, ama malum nedenlerle görmezden geldiği bir günce, emekli Oramiral Özden Örnek’in güncesi eline geçince onu en ince ayrıntısına varana dek inceledi. Gerçeğe uygun olduğuna kanaat getirince de, bazı bölümlerini yayımladı. Güncede, 2004 yılında, Kıbrıs’ta Annan Planı’nın oylanacağı referandumun arifesinde, bazı ordu komutanlarının hazırladığı Sarıkız adlı bir darbe girişiminin ayrıntıları yer alıyordu. Görmüş, bununla yetinmeyip, bir diğer darbe girişiminin organizasyonuna dair şemaları da okurlarına sunmuştu. Derginin bir sonraki sayısında ise, birtakım sivil toplum örgütlerinin TSK’nın isteği doğrultusunda faaliyette bulunmaları yönünde çalışmalar yapılmasını emreden, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı tarafından Genelkurmay Harekât Başkanlığı’na gönderilmek üzere hazırlanmış bir belge daha yayımlanmıştı. Velhasıl, Alper Görmüş habercilik yapmıştı.
Basın Kanunu’nun 12. maddesinde, basın kurumlarının haberlerinin kaynaklarını açıklamaya zorlanamayacağını açık bir şekilde belirtilmesine karşın, Nokta, 13 Nisan 2007’de polis tarafından basıldı. Günler boyunca, bütün bilgisayarları, CD’leri, disketleri teker teker tarandı, kopyalandı. Görmüş’ün o günlerdeki ve sonrasındaki kararlı tavrı, bütün baskılara, Nokta’yı kapatmak zorunda kalmasına karşın hiç geri adım atmayışı, hakikati aramayı ve bulduklarını okurlarıyla paylaşmayı sürdürmesi, Türkiye’de demokrasi mücadelesinin ancak başını dik tutarak, baskılara boyun eğmeyerek başarıya ulaşabileceğini bir kez daha gösterdi hepimize.
Sonrasında, Amiral Özden’in açtığı hakaret davasında Görmüş aklandı. Bir başka soruşturma kapsamında yapılan inceleme sonucunda, güncenin ve dergide yayımlanan belgelerin, dolayısıyla iki darbe planının gerçek olduğu ortaya çıktı. Darbe yapmayı planlayanlara soruşturma açılmadı; ama bugün, Görmüş günlükleri yayımladığında onu sahtekârlıkla suçlayan, ya da sessizlik denizinde boğmak isteyenler bile, günlüklerin gerçekliğini kabul ediyor. Türkiye eğer geçtiğimiz iki buçuk yıl içerisinde bir darbe yaşamadıysa, ve ilerde de yaşamayacaksa, bunda Görmüş’ün ve Nokta’nın rolü yadsınamaz.
Bir fikri var
Alper Görmüş, işini iyi yapmaya çalışan, vicdanının sesini dinleyen, herhalde hayatta en büyük kaygısı da hakikatin peşinden gitmek olan bir gazeteci. Üzerinde doğallıkla taşıdığı yalınlığı ve mütevazılığı onu bir kat daha büyütüyor.
O, Türkiye’de düşüncenin, sağduyunun, sorumluluk duygusunun sesi oldu. Kılı kırk yararak ulaştığı kanaatlerini, doğrularını kamuoyuyla paylaşmayı görev bildi. Fikirleriyle, memleketinin daha güzel bir yer haline gelmesi için çalıştı.
Wachowski biraderlerin filmi ‘V for Vendetta’nın sonunda, hikâyenin kahramanı V, yüzlerce kurşun yediği halde ölmeyişine şaşıp kalan hasmı Creedy’ye şunları söyler: “Bu maskenin altında bir yüz var... Ancak benim değil. Ne altındaki kaslardan daha ‘ben’dir o yüz, ne de altındaki kemiklerden. Bu maskenin altında, etten daha fazlası var. Bu maskenin altında, bir fikir var! Ve fikirler kurşun geçirmez!”
Alper Görmüş, yaptığı gazetecilikle, belki de en çok, bizden zalimce koparılanın gerçekte hep bizimle birlikte yaşadığını, hiç ölmediğini, çünkü aslolanın fikirler olduğunu ve fikirlere kurşun işlemediğini gösteriyor bize. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder