Cinayetin ardındaki sorular

Agos, 17 Aralık 2010

Ölümün ardından yazmak zor. Hele böyle gencecik fidanlar söz konusu olduğunda. Çünkü ölümün olduğu yerde ondan daha ciddi hiçbir şey yok.

Ama bazı ölümler insanın karşısına pek çok soru ve sınav çıkarıyor, yanıtlar istiyor.

Sonay’la Zekeriya’ya rahmet, ailelerine sabır dileyerek o yanıtları arayalım.

Bizlere bugünlerde en çok, bu tip cinayetlerin Ermeni ‘töre’sinde yer alıp almadığı soruluyor. Harcıâlem yanıtlarla geçiştirilemeyecek kadar çetrefil bir mesele bu.

Töre denilenin, şu ya da bu etnik gruba bağlı olmaktan çok, kültürel ve bölgesel olduğunu söylemek gerek her şeyden önce. Evet, taşralı nüfusu yoğun bir topluluk olan Ermeniler için de, özellikle kadınlar söz konusu olduğunda, namus, bekâret, gibi ataerkil normların boğuculuğu söz konusu. Ermenistan’da bugün hâlâ gelinlerin beline bekâretin simgesi olan kırmızı kuşak takılıyor. Tıpkı Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi. Veya gerdek gecesinden sonra, yine bekâretin simgesi olarak, kız tarafına kırmızı bir elma götürülüyor törenlerle. Tıpkı Türkiye’nin pek çok yerinde gerdek sabahında kanlı çarşaf âdetinin sürdüğü gibi.

Ermeniler de, Türkler ve Kürtler gibi, bu toprakların ürettiği birtakım kültürel simgeleri beraberlerinde taşıyorlar. Bu bakımdan, Ermenilerde namus ve kadın üzerine baskıcı bir törenin olmadığını söylemek, ancak, gerçeğin üstünü örten modernleşmeci-öykünmeci bir bakış açısıyla mümkün. Ama Ermenilerin farklı dinden olanlarla evlilik durumunda bu tip cinayetler işleyebileceklerini ve bunun törenin bir parçası olduğunu söylemek de doğru değil. Nihayetinde başımıza gelen, öncesi ve benzeri olmayan, gelecekte de olmamasını bütün kalbimizle dilediğimiz bir cinayettir.

Yok olma korkusu

Evet, karma evlilikler, yani farklı dinden veya etnik kökenden insanlarla evlilik meselesi, Türkiyeli Ermeniler arasında çokça konuşuluyor ve tartışılıyor uzun yıllardır. Hayat da karşımıza giderek daha fazla sayıda örneğini çıkarıyor bir Ermeni’yle bir Türk’ün, bir Ermeni’yle bir Kürt’ün aşkını. Pek çok Ermeni ailenin, çocuklarının farklı dinden biriyle evlenmesini arzu etmediği, etmeyeceği de bir sır değil.

Bunda, Ermenilerin sayıca giderek azalması, kültürün devamlılığının büyük bir tehdit altında olması, 1915’te yaşanan acının, soyun devamlılığını başka her şeyin önüne geçirmesi gibi parametrelerin rol oynadığını ve bunların Ermenilerde keskin bir hassasiyet yarattığını görmek gerekiyor. Cemaat içi baskı, yani “mahalle baskısı” da cabası...

Bu hassasiyetin sonucu olan reaksiyonlar da çeşitli. Kimi aileler başta arzu etmedikleri duruma sonradan rıza gösterip, başka bir kökenden gelen gelin veya damatlarını kendi evlatları gibi benimserken; bazı aileler de söz konusu birlikteliği, evliliği ve hatta bu birlikten doğan çocukları, yani torunlarını reddetmeye kadar vardırabiliyor işi.

Genelde iki gönlün bir olmasına, gençlerin birbiriyle “görüşmesine” ses çıkarılmasa da, iş ciddiyete binip evlilik söz konusu olduğunda vaziyet gergin bir hal alabiliyor. Anne babalar, özellikle de torunlarının yaşayacağı sorunları göz önüne alarak, mutlak asimilasyon korkusuyla karşı çıkıyor bu tür evliliklere. Çocuğun adının ne olacağı, hangi dine mensup olacağı, hangi dili konuşacağı, hangi okula gideceği, gibi meseleler aşılmaz duvarlara dönüşebiliyor.

Ama Türkiye gerçekliğinde, kaç Müslüman anne babanın çocuğunun başka inançtan veya kökenden biriyle evlenmesine gönül rahatlığıyla evet diyebileceği sorusunun yanıtını aradığımızda, meselenin Ermenileri aşan bir ataerkil zihniyet sorunu olduğunu tespit etmek de zor değil.

Sonuçta, Ermeni toplumunda çok sayıda kişi, başka dinden veya etnik kökenden olanlarla evleniyor ve yukarıda zikrettiğimiz kaygılar bu tür şiddet eylemlerine yol açmıyor. Üstelik son derece başarılı, mutlu karma evlilik örnekleri de yok değil. Önce evliliğe büyük tepki gösteren ebeveyn ve akrabaların zamanla işi kanıksadığı, hatta gelin veya damatlarını bağırlarına basacak kadar çok sevdikleri durumlar da var.

Ermenilik ve kadınlık

Agos olarak, talihsiz Zekeriya’nın ailesinin Ermeni kökenli olduğu bilgisini okurlarla paylaşmak konusunda bir süre kararsızlık çektik. Müslüman olan, Müslümanlığından kaynaklanan bir sorun nedeniyle hayatını kaybeden ve İslam usüllerine göre gömülen Zekeriya’nın ailesinin iki kuşak öncesinde Ermeni ve Hıristiyan olduğunu açıklamanın bir tür saygısızlık olacağı görüşündeydik. Ancak Salı günkü cenazede bizzat Zekeriya’nın amcası bu bilgiyi basın mensuplarıyla paylaştı ve meselenin bir başka boyutunu tartışmanın yolunu da açmış oldu.

1915’te pek çok Ermeni, hayatta kalabilmek için Müslümanlığı benimsedi. Bu insanların birçoğu sonraki yıllarda hayatını Müslüman olarak sürdürdü; bazıları ise güvenli ortamı bulunca Hıristiyanlığa geri döndü. Bugün Vural’lar gibi, bir kısmı Ermeni, bir kısmı Müslüman olan pek çok sülale var. Ve Sonay’la Zekeriya’nın öldürülmesi, ‘Ermeni Ermeniler’in, 1915 ve sonrasında zorunluluktan din değiştirmek zorunda kalan ‘Müslüman Ermeni’lere bakışına dair, fevkalade olumsuz şeyler anlatıyor bize.

Giderek daha fazla görünürlük kazanan Müslüman Ermenilerin, Ermeni kimliğinin yeni zamanlarda yeniden tanımlanması meselesinde en önemli sınavlardan biri olacağını konuşup yazıyoruz sık sık. Ama belli ki, mesele sandığımızdan çok daha karmaşık.

Son olarak, unutmamamız gereken bir husus da, cinayetin dinle ilgili boyutu konuşulurken pas geçilen kadına karşı şiddet meselesi. Türkiye’de erkekler, namus veya benzeri gerekçelerle kadınları sürekli olarak öldürüyorlar. Bianet’in derlediği verilere göre, 2010 yılı içinde, ekimde 23, eylülde 17, ağustosta 35, temmuzda 23, haziranda 10, mayısta 16, nisanda 25, martta 20, şubatta 14, ocakta 16 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. Ve Sonay da, gazetelerin üçüncü sayfalarında sararıp giden pek çok hemcinsi, kız kardeşi gibi, erkek şiddetinin bir kurbanı. Bugün Ermenilik, Müslümanlık, din değiştirmiş Ermeniler gibi yönleriyle öne çıksa da, bu cinayetin aynı zamanda kadına karşı işlenmiş bir suç olduğunu unutmamalı ve olayı bu geniş fotoğraf açısından da değerlendirebilmeliyiz.

Hiç yorum yok: