Agos, 24 Ekim 2008
İstanbul Ermenileri, özellikle kadınlar, gündelik hayatta “Sus eğa” veya “Sus eğir” derler sık sık.
Türkçe ‘susmak’ ve Ermenice ‘ıllal’ (olmak) fiilleriyle oluşan bu deyiş, “sus pus kalmak” anlamı taşır. Bazıları bu melez tabiri Türkçeleştirip ‘sus olmak’ diye de kullanırlar.
Frankfurt’ta, Esther Heboyan da öyle yaptı.
Esther, küçük bir kız çocuğuyken ailesiyle birlikte Almanya’ya göç ettiğinde, İstanbul’da kullandığı Türkçeyle Ermenicenin işe yaramadığını görüp ‘sus olmuş’tu. Bir süre sonra ise okul defterine ‘Ich bin Deutsch’ (Ben Alman’ım) yazacaktı.
Birkaç yıl sonra aile bu kez Fransa’ya göç ettiğinde, yine ‘sus olmak’ zamanıydı. Esther zorlukla sökebildiği yeni dilini o kadar sevdi ki, onu çok iyi öğrenip yazar olmak istedi. Bir yazar, çevirmen ve edebiyat araştırmacısı oldu da… Fransızca öykülerinin ‘Les passagers d’Istanbul’ başlığıyla yayımlandığı günlerde, otuz küsur yıl yaşadığı Paris’teki bir kitabevinde, kitabının ‘yabancı yazarlar’ rafında sergilendiğini görünce, bir kez daha ‘sus oldu’.
Tıpkı, 13 yaşında ‘anadilini öğrenmek için’ Diyarbakır’dan İstanbul’a göçen Margosyan’ın, “Koşun, Kürtler gelmiş!” diye karşılandığı ve daha önce hiç duymadığı bir Ermenicenin konuşulduğu Karagözyan Yetimhanesi’nde ‘sus’, ya da kendi deyişiyle ‘lal’ olması gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder