Diyalog önemli ama geçmişten kaçarak geleceği inşa edemezsiniz
Rober Koptaş
Agos yazarı
Söze başlarken, sadece normalleşme yönünde bir iradeden söz etmenin bile iki ülkenin pozisyonlarında ciddi bir değişikliğe işaret ettiğini teslim etmemiz gerekir. Ermenistan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanmasından sonra, daha doğrusu Karabağ’da savaşın kızışmasından sonra, ilişkilerin nasıl buzdolabına kaldırıldığını göz önüne alırsak, diplomatlar düzeyinde başlayan, cumhurbaşkanı Gül’ün
Anlaşılıyor ki, şu anki dünya konjonktürü, Ermenistan-Azerbaycan-Türkiye arasındaki sorunların çözümünü destekler bir mahiyette. Bu iklimin, ağustos ayında Gürcistan’da yaşanan ve hepimizin yüreğini ağzına getiren savaş neticesinde ortaya çıkan yeni durumun yansımalarından biri olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Kafkasya gibi kaygan bir zeminde, üstelik söz konusu ülkelerin iç siyaseti de her türlü sürprize gebeyken, uzun vadeli tahminlerde bulunmanın çok isabetli olmayacağı aşikâr. Ancak, ilişkisizlik halinin sona ermesinin, doğası gereği, siyasetten sanata, ticaretten eğitime, sağlıktan sanata pek çok farklı alanda işbirliği imkânı sağlayabileceğini söyleyebiliriz. Bu yakınlaşmanın uzun vadede nasıl tezahür edeceği de, bu temasların niceliğine ve niteliğine bağlı olacak.
Türkiye’nin bugüne dek Ermenistan’la ilişki kurmama gerekçesi olarak hep Karabağ sorununu göstermesi nedeniyle, Karabağ’ın statüsünün barışçı yollarla açıklığa kavuşması ilişkiler açısından çok kilit bir öneme sahip. Çünkü Türkiye bu sayede, Karabağ konusundaki geleneksel tutumundan taviz vermeden Ermenistan’la ikili ilişki kurma şansına sahip olacak. Bu anlamda, Türkiye’nin, Ermenistan’
Diplomatik değil de, insani boyutta baktığımızda, birtakım ciddi kaygı ve çekincelerden de söz etmeliyiz. Çünkü, sınırın açılması çok önemli olsa da, bunun, diplomatik söylemde birer kenar süsünden fazlası olmayan, vicdan, tarihle yüzleşme, sorumluluk gibi kavramlar çerçevesinde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği çok önemli olacak.
Meseleye dünyanın çeşitli tarafına dağılmış olan Ermeniler açısından baktığımızda, bugünlerdeki yakınlaşma ve diyalog adımlarının farklı duygular ve farklı tepkiler yaratmasının mümkün olduğunu görürüz. Hemen şunu söyleyeyim, Ermeni diasporası, Türkiye’de milliyetçi çevrelerin yansıtmaya çalıştığı gibi teksesli, tek merkezli, yekpare bir bütün değil. Lobi faaliyetleriyle her istediğini gerçekleştirebilecek bir güce de sahip değil. Farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerle iç içe geçmiş, farklı siyasi grupların varlık gösterdiği, çoksesli ve ayrıca dağınıklığı ölçüsünde de güçsüz bir yapıdan söz ettiğimizi unutmayalım. Bu çokseslilik içinde, Ermenistan’ın yarar sağladığına inandıkları müddetçe bu yakınlaşmayı destekleyecek insanlar olacağı gibi, Türkiye’nin soykırım inkârını sürdürdüğü bir ortamda bu tür bir diyaloğa girmenin, kaybettikleri atalarının hatırasına saygısızlık olacağını düşünecek insanlar da olacaktır.
Türkiye’nin, geçmişte yaşanan olaylarla hakkıyla hesaplaşmadan, tarihiyle yüzleşmeden, topraklarından sökülüp atılanların ve uzak ülkelerde yeni hayatlar kurmak zorunda kalanların mağduriyetlerini giderecek, ölenlerin anısına saygı duyacak bir dil inşa etmek için çaba göstermeden, salt diplomatik, politik çıkarların gereği olarak Ermenistan’la yakınlaşması vicdanlardaki yaraları kapatmayacak. Bu boyutları gözardı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder