Erdoğan diplomasinin dışında mıydı?

Agos, 6 Şubat 2009

Başbakan’ın Davos’taki performansı memlekette tutkulu bir kabulle karşılandı.

O öfkeli çıkışla gururlananlar, Türkiye’nin ilk kez uluslararası politikada sözü dinlenir bir aktör olarak temayüz ettiğini düşünenler, Erdoğan’ın diplomasinin soğuk ve yukarıdan dilini altüst eden hayırlı, neredeyse anarşizan bir sivil isyanın ateşini yaktığına inananlar, kendini beğenmiş Peres’e haddini bildirmesinden memnuniyet duyanlar, tam da Obama’nın yeni Amerikan siyasetini şekillendirmesiyle Ortadoğu’da kartların yeniden karılacağı bir zamanda Türkiye’nin böyle bir siyasi adım atmasının önemine değinenler çoğunluktaydı.

Tabii bir de, yüreğindeki patlamayı, ancak Erdoğan’ı Yavuz Sultan Selim’le, Fatih Sultan Mehmet’le yarıştırarak dile getirebilen, heyecandan zangır zangır titreyen, gecenin bir vakti havaalanı yollarına dökülüp “Âlemin kralı geliyor, geliyor!” diye haykıran bir hayran kitlesi vardı.

Başbakan’ın tavrına muhalefetse, onu iç siyasette sözlerinin arkasında durmaya davet eden tavırda birleşti. Türkiye’de Kürtlerin onlarca yıldır maruz kaldığı muamele, 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz, Başbakan’ın fiemdinli davasındaki sessiz tutumu, Amerika Irak’a savaş açtığında Türkiye’nin de savaşa girip parsadan pay kapması için nasıl militanca mücadele verdiğini anımsatıldı. Erdoğan, Türkiye’nin gerçek bir demokrasi ülkesi haline gelmesi için çaba göstermeye davet edildi.

Velhasıl, fili herkes bir yerinden tuttu ve tuttuğu yere göre ses verdi.

*

Siyasette aslolan söz, konuşma, diyalog, tartışma olduğuna göre, üslup elbette çok şey ifade eder. Milyonlarca insan üzerinde etkisi olan liderlerin de, sözlerini iyi ölçüp biçmesi gerekir. Öfkeli davranmak yerine sözü keskinleştirmeye yaslanmak, belagatli bir dille muhatabınızın haksızlığını açık etmek esastır. Bu nedenle, Erdoğan’ın öfkeli yüz hatları, karşısındakini adeta tokatlayan sözleri ve mekânı terk edip gitmesi, onun gücünden ziyade acizliğinin ifadesiydi.

Başbakan, ilk ve son kurşununu bu şekilde kullanmayı tercih etti.

Hareketinin yarattığı şok bir süre hepimizi oyalayabilir, ancak onun bundan sonraki hiçbir çıkışının aynı etkiyi yaratmayacağı aşikâr. Bu, bir siyaset adamının başına gelebilecek en tatsız şey olsa gerek.

*

Peki, Erdoğan’ı savunanlar arasında, onun diplomasinin bugüne kadarki soğuk, yukarıdan tavrını yerle bir edip yeni bir dil kurduğunu iddia edenler ne kadar haklı?

Sorunun yanıtı, Başbakan’ın bu adımı bir strateji dahilinde atıp atmadığında gizli. Onun samimiyetini test edebileceğimiz tek yer orası. Tam da yerel seçimler arifesinde, İsrail’le ilişkilerde hiçbir değişikliğe gidilmemişken ve askeri alışveriş olanca hızıyla sürerken, Erdoğan’ın çıkışının salt insani duygulardan ileri geldiğini söylemek ne kadar mümkün?

Erdoğan, tartışmalı panelin hemen ardından düzenlediği basın toplantısında, olanlardan bütünüyle moderatör Ignatius’u sorumlu tutarken, ertesi gün İstanbul’da, İsrail’in politikasıyla, Batı diplomasisiyle ilgili sert demeçler verdi.

Hal böyleyken, Ortadoğu’da Türkiye’ye yeni mevziler kazandırmayı amaçladığı açık olan bir stratejik performansı, adeta yeni bir dünya yaratılıyormuşçasına kutsamak niye?


Başbakan’ın, diplomasinin geleneksel ulusal çıkar düsturunun içinden, ama kendi meşrebince konuştuğunu teslim etmek neden bu kadar zor?

Hiç yorum yok: