Acıdan tasarruf

Agos, 15 Mayıs 2009


Acıdan tasarruf

Hayatın ritminin hızlandığı, siyasi ve toplumsal meselelerin karmaşıklaştığı, sözün ve yazının artık eski ağırlığının olmadığı dönemlerde, mizah, yergi, taşlama bam tellerine daha çok basar, kendini daha çok dinletir. Toplumların büyük badirelerden geçtiği zamanlarda, mizah çelişkileri keskinleştirir; kralın, siyasetçinin, muktedirin, din adamının, bezirgânın aslında çıplak olduğunu anlatır. Tartışmalar, kavgalar bizi sarp kayalıklara doğru sürüklediğinde, dönüp mizahın insanı ferahlatan gölgesine sığınırız.

Ekim 2008’de, Agos’ta altı ay boyunca cemaat vakıflarının yöneticileriyle yapılan dizi söyleşilerin sonunda bir değerlendirme yazısı yazmış, Ermeni vakıflarının en temel sorununun, yöneticilerin birbirlerine ve Ermeni toplumuna karşı beslediği güvensizlik olduğunu söylemiştik. O ana kadar Agos muhabirlerinin ısrarlı söyleşi taleplerini geri çeviren Üç Horan Vakfı Başkanı Apik Harabetoğlu, hemen kendine yakın bulduğu gazeteye bir söyleşi vermiş, ne kadar güvenilir olduğunu ispatlamaya çalışmıştı.

O zaman aklımıza, Ermenice taşlama edebiyatının en keskin kalemi Hagop Baronyan düşmüştü. Baronyan (1843-1891), unutulmaz eseri ‘Azkayin Çoçer’de (Milli Kodamanlar), Ermeniler arasında amiraların korku saldığı, “Bir amiranın mendili hakkında dahi kötü söz söylersen, göksel hükümranlığa karşı gelmiş olursun” düşüncesinin hâkim olduğu zamanları anlatıyordu. Baronyan’dan önceki nesil, verdiği mücadeleyle amiraları ve mendillerini tarihin tozlu raflarına kaldırmıştı. Bugün maddi güçleri sayesinde amiralığa özenenleri de, er ya da geç, aynı hazin son bekliyor.

Üç Horan meselesinin kabak tadı verdiğinin farkındayım. Gelin bu hafta seçim hilelerini, tazminat davalarını, yolsuzlukları bir yana bırakıp eski bir yola sapalım, Baronyan’dan sonraki kuşağın mizah ustalarından birini, Yervant Tolayan’ı ve onun meşhur Gavroş’unu anımsayalım.


Gavroş’un ‘Güzel Çağ’ı

1884’te Beyoğlu’nda doğan, kötü bir tiyatro oyuncusu, ama iyi bir mizah yazarı olan Yervant Tolayan’ın Ermenice mizah dergisi Gavroş’un macerası, belki de her şeyden çok, mizahın esasında bir saldırı değil savunma aracı olduğunu anlatır. Osmanlı Ermenilerinin trajik sonunun yaklaşmakta olduğu yıllarda, siyasi alanda darbeler art arda gelirken, Gavroş, tam da Freud’un “acıdan tasarruf” dediği şeyi yapmaya çalışarak, gerçekliğin dayattığı acıları yaşamayı reddederek, o darbelerin bile bir zevk alma fırsatına dönüşebileceğini gösterir. Gavroş’un mizahı, zalimin yüzüne karşı savrulan kahkahadır. işkenceciyi en çok ‘gıcık’ eden şey de, işkence görenin kahkahası değil midir?

Anahide Ter Minassian, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından 1914’te I. Dünya Savaşı’nın başlamasına dek, Osmanlı imparatorluğu’nda on sekiz Ermenice mizah gazetesi tespit eder. Vahan Papazyan’ın Zig-Zag’ı (daha sonra Fru-Fru), Aram Andonyan’ın Okkabaz’ı ve Kharazan’ı (Kırbaç), Yervant Odyan’la Krikor Torosyan’ın Garapnad’ı (Giyotin), Andonyan’la Odyan’ın Gigo’su (daha sonra Zurna, Kindo, Hugo), Torosyan’ın Hi-hi-hi’si ve Guguk’u, Paylag Kolancıyan’ın Sa-ta-na’sı (Şey-tan), V. Kürkciyan’ın Mimos’u bunlardan bazılarıdır.

31 Temmuz 1908’de yayına “Boş sözlerle kaybedecek vaktimiz yok!” diye hava basarak başlayan Gavroş, Abdülhamit istibdadından kurtulmuş olmanın verdiği ferahlığın tadını çıkarıyordu: “Eskiden, bir gazete yayımlama izni elde etmek için izzet Paşa’ya, Tahsin Paşa’ya, ?erif Paşa’ya ve paşa olmayan bir dizi namussuz ve çapsıza 100 lira rüşvet vermek gerekirdi. (...) El, ayak ve başka şeyler öpmek gerekirdi. Eğilmek, selamlamak, sessizce dalkavukluk etmek, sonra da bir ila beş yıl arası beklemek ve bu arada yaşlanmak ve ölmek gerekirdi.”

Ermeni Kilisesi’nin ruhban sınıfındaki yozlaşmışlığı keskin bir şekilde eleştiren Gavroş’un dilinden patrikler, gatoğigoslar, piskoposlar hiçbir zaman kurtulamadı. Anarşist bir üslupla Ermeni partilerine ve “devrimcilere” verip veriştiren Gavroş, zaman zaman, gücü yettiğince, ittihatçılara ve Hürriyet ve itilafçılara da muhalefet etti. istanbul’un sorunları, doğal afetler, savaşlar ve kadın meselesiyse, sık sık ele aldığı konular arasındaydı.

Gavroş, siyasi cesareti ve özgün kalemiyle kısa zamanda büyük üne kavuşsa da, sonraki yılların inişli çıkışlı siyasi ortamında, yayın çizgisinde çeşitli kırılmalar yaşayacaktı. 1913’ten sonra ittihat ve Terakki’nin iktidarını sertleştirmesi ve basına sansür uygulamasıyla, Osmanlı siyasi arenasına ilişkin konulardan uzak durmaya ve Ermeni toplumunun günlük meselelerine eğilmeye başladı.

Anahide Ter Minassian’ın, 1914 Savaşı’nın hemen öncesine dair şu cümleleri, Gavroş’un mizahının gelip dayandığı yeri çok güzel anlatır: “Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde, ufukta tehditler yoğunlaşırken, Gavroş’u istila eden kadın ve hovardalık, sefahat konuları, sahte bir ‘Belle Epoque’ (Güzel Çağ) havası yaratır, ya da, belki de, her Belle Epoque gibi, dünyanın sonunu haber verir.”


Yanlış zamanda yanlış yerde

Gavroş, savaş yıllarında, düzensiz de olsa, elbette çok daha yumuşak bir üslupla yayımını sürdürdü. istanbul’da 1925’e dek direnen Tolayan, bu tarihte, Takrir-i Sükûn Kanunu’nun gölgesi altında Gavroş gibi bir yayını sürdürmenin imkânsız hale gelmesi nedeniyle dergisini kapatmak zorunda kaldı ve Paris’e göçtü.

Yervant Tolayan ve Gavroş, istanbul’da katliamlardan uzak olsalar da, Ermeni halkının yaşadığı büyük trajediden paylarına düşeni aldılar; hikâyeleri kolay son bulmadı. Umuttan umutsuzluğa, yokluktan sürgünlüğe savrulan Gavroş, 1926’dan itibaren, kendisine tamamen yabancı bir ortamda, Paris’te yeniden yayımlanmaya başladı. Gurbetteki bir hiciv gazetesi olarak, mülteci duruma düşmüş, yerinden yurdundan edilmiş halkına sesini duyurmaya, onları güldürüp acılarını biraz olsun unutturmaya çalıştı. “ikinci bir hayat soluğu” aramaktaydı, fakat onu bulamadan ilhamı tükendi.

Pek çok Ermeni göçmen gibi sürgünlüğün geçici olduğuna inanan, Avrupa’daki ‘Beyaz Kırım’ın, yani asimilasyonla gelen erimenin, Ermeni halkının sonunu getireceğini düşünen, bir yandan da maddi sıkıntılarla boğuşan Tolayan, 1936’da bu kez Sovyet Ermenistanı’na göç etti. Tam da Stalinist tasfiye döneminde...

Bu, onun ve Gavroş’un sonu oldu. Sovyet rejimi, hayatını, gördüğü çarpıklıklıları kalemine dolamak üzerine kurmuş bu güzel adamı, başka pek çoklarına yaptığı gibi, 1937’de ‘kaybetti’.


(Kaynak: Anahide Ter Minassian, “Ermenice Süreli Yayın Gavroş’ta Hiciv Çizimleri”, Ermeni Kültürü ve Modernleşme içinde, çev. Sosi Dolanoğlu, istanbul: Aras, 2006)

Hiç yorum yok: