Yeliz Kızılarslan, geçen haftasonu Biamag’da yayımlanan bu yazısında, benim Radikal 2’de çıkan 'Büyük Felaket Dogmaya Dönüşmesin’ yazımdan da söz ediyordu. Onun izniyle...
Yeliz KIZILARSLAN
1915’te yaşanan felaketi, sadece kendi empati duygumuzun gelişkinliğini ispat için değil böyle bir olay ve olgu yaşandığı için, bir halk bu felaketi tek bir kelimeyle değil onlarca kelimeyle unutmadığı için bakmalı, görmeli ve idrak etmeliyiz.
Rober Koptaş, 3 Mayıs 2009’da Radikal 2’de yayımlanan “Büyük Felaket Dogmaya Dönüşmesin” adlı yazısında, 1915’te Ermeni halkının yaşadığı trajedinin tanımlanmasına yönelik eleştirilerine karşı kendi tavrını ortaya koyarak, 1915’te yaşanan trajedinin Ermenice’de sadece "Büyük Felaket" (Medz Yeğern) kelimesiyle adlandırılmadığını göstermek için, 1915’e işaret etmek için kullanılan Ermenice terminolojideki kelimeleri de yazısının sonuna eklemiş.
“Ermenilerin, 1915’te yaşananları tanımlamak için bugüne dek sadece "Medz Yeğern" (Büyük Felaket) ya da ‘Tseğasbanutyun’ (Soykırım) sözcüklerini kullanmadıklarını” ifade eden Koptaş, Ermenice’de “yaşananlara dair, zamana ve yere göre değişen, bazılarının öne çıkıp bazılarının geriye gittiği oldukça zengin bir terminolojinin” bulunduğunu da belirtiyor.
Koptaş’ın verdiği terminoloji, bir halkın acısını dillendirmek ve yaşananları sadece tek bir kavrama (soykırım) indirgemediklerini ama o kelimenin de dillere dökülecek kadar şiddetli olayların yaşandığını da göstermek açısından son derece önemli.
Ayrıca, sıradan hayatlarını sürdürürken hiç beklemedikleri bir anda yaşamları acımasızca sonlandırılan insanların kullandıkları bu kelimeler, bir halkın bütün kültürel yaşamına dair izler taşıyor. Terminolojiye bakıldığında ilk dikkat çeken, 24 Nisan 1915’te yaşanan olayların, yaşanılan ayla ilişkilendirilerek simgelendiği bir kelime: ‘Abrilyan Yeğern’ (Nisan Felaketi).
Nisan ayı, tüm dillerde hüznüyle ve çoraklığıyla bilinir.
T.S.Eliot, muhteşem şiiri ‘Çorak Ülke’nin birinci bölümü olan ‘Ölülerin Gömülüşü’ n de Nisan ayının zalimliğini anlatarak başlar. Eliot’ın, İngiltere’nin sömürgelerden gelen zenginlikle yarattığı refahın kendi ülkesinin bireylerinin trajedisine yol açarak, onların ruhlarının boşlukta dolaşan birer ‘içi boş adama’ dönüşmelerini anlattığı şiiri, Nisan ayının, bazıları için bahar olurken bazıları için de ölülerini gömdükleri kara bir aya nasıl dönüştüklerini de gösterir.
Çorak Ülke ve "Ayların en zalimi Nisan"
‘Ayların en zalimi Nisan’, bir ülkenin kendi kaderini diğerlerini ölümlerini gerçekleştirerek nasıl belirlediğini ve umutlu bir bahar ayının nasıl kana bulandığını da gösterir. ‘Abrilyan Yeğern’ (Nisan Felaketi) ve ‘Medz Potorig’ (Büyük Fırtına) kelimeleri bilhassa Eliot’ın şiirinde Nisan ayına yüklenen zalimliği taşır ve doğanın canlanma ayı, bir halkın ölümlerine sahne oluyor.
Yaşanan trajedinin insani boyutu, her türlü insani durumun, edebiyatın, psikolojinin, psikanalizin ve sözlü tarihin açılımları içinde yer aldığına işaret ederken; 1915’te yaşanan olayların sadece nesnel ve istatistik verileriyle de gündeme getirilmediğini de gösterir.
Ancak bugün, tarihe tanıklık eden bu kayıtları; Auswitch’den sonra ölen insanın, hiçe sayılan tanıklığın da olduğu gibi, bilimsel değerden yoksun addetmek ya da sadece sanat eseri olarak değerlendirerek yazıldığı ve anlatıldığı dönemlerin tarihsel-politiğinden bağımsız ele almak da en büyük zalimlik. ‘Büyük Felaketi’ anlatan diğer kelimeler ise, ‘Medz Potorig’ (Büyük Fırtına), Sev Vocir (Kara Suç), ‘Medz Nahadagutyun’ (Büyük Şehadet),’Medz Voğperkutyun’ (Büyük Trajedi), ‘Medz Voğçagez’ (Büyük Facia), ‘Medz Ağed’ (Büyük Felaket), ‘Nakhcir’ ve ‘Medz Isbant’ (Büyük Katliam) ve ‘Hayasbanutyun’ (Ermenikırımı) dur.
Kelimelerin ilk kullanıldıkları zamanı hesap etmeden, sadece kendimce sıralayarak, hiç beklemedikleri büyük bir dehşet karşısında dilleri tutulan ve sadece yaşadıkları korkunun büyüklüğüyle olayın vahametini dile dökmek için kullandıkları kelimelerin, bu şekilde sıralandığında, bir dehşete tanıklık eden bir halkın psikolojik durumunu da açığa çıkardığını göstermek istedim.
Lacan’ın psikanaliz de, katliam gibi olaylarda yaşanılan dehşet tanıklığını ifade eden ‘Gerçek’ kelimesi, bir dehşete tanıklık eden Ermeni halkının yeniden toplumsal sembolik düzene dahil olmak için başlatmak istediği ‘tarihle hesaplaşma’ ve ‘yaşanılan felaketten dolayı’ bu olguyu özgürce konuşmak isteme talepleri, kullandıkları kelimeleri anlamlandırmamız için de gerekli.
Gotik edebiyatın muazzam temalarından biri olan ‘babaların günahları’ temasında olduğu gibi,"Perili Ev"i sıkça ziyaret eden acılı hayaletlerin sesini duymak ve geçmişle yüzleşmek, o ülkenin geleceğini de belirler.
Özür Dilemeden İmza Atan Mütereddit
Bu bağlamda, 1915’te Ermenilerin yaşadıkları trajediye dair başlatılan "Özür Dileme Kampanya"sına destek verdiğini açıklayan ama metni imzalamadan önce saatlerce, günlerce ironik bir biçimde düşünen ve bunu kamuoyuna ayrı bir ilgi çekme hadisesi olarak sunan ve bu düşünme sürecinin sonunda “yine de çok emin değilim ama hadi imzalayayım” tarzı bir üslûpla imza attığı halde, yine de özür dilemek konusunda mütereddit kalan bir aydının sanırım tercümansız anlayamadığı mesele, bahsettiği gibi “yaşanılan acıya dikkat çekmek” değil, sonuçta göründüğü üzere kendi üzerine dikkat çekmek olmuştu.
Ancak, bazı insanların ısrarla görmezden geldiği, gotikten moderniteye geçiş sürecinde ‘babaların -Ata’ların- günahını’ silmenin yolu ‘özür dilemekten’ geçer. Ve, maalesef ‘özür dilemek’ de büyümüş yetişkin insanların ilk öğrendiği şeydir.
Nurdan Gürbilek’in "Kötü Çocuk Türk"te belirttiği gibi “ısrarla büyütülmeyen bir toplumun, ‘emekli vesayet çocukları’ olan kimi aydınlar gibi ‘özrü kabahatinden büyük’ olur ve bir halkın sadece 1915’e sığmayan sistematik ölümlerinin acısı, göz önünde yaşansa da ısrarla laf döner dolaşır ‘biz’ ve ‘onların’ öncelik sırasına gelir ki o da zaten egemeni, bir türlü kendini çömelmiş özür dilerken ki ‘ebedi mağlup ve mağrur’ tasavvurundan çıkaramaz.
Çünkü, Şark’ın ezeli yenilgisi, batıyı dışarı da ararken dönüp kendi yarattığı felakete bakmamak ve Şark kelimesiyle barışamamak. Kısacası, 1915 Felaketi’nin konuşulmayanları, ne bizim imzalarımızla biter ne de “biraz daha acı henüz anlamadık” sloganlarıyla. Trajedinin, olgusal devamı, 19 Ocak 2007’de sokak ortasında güpegündüz yaşandı. Hrant Dink cinayetinden toplumca dilenecek tek özür ise, kalanların güvenliğinin sağlanması ile cinayetin kayıtsız şartsız aydınlatılması olacak. Yeniden yazılacak şimdinin tarihi içinde ise, bu ancak acının ‘arabesk’ bir formda sunulmasıyla değil, bir halkın kendi dilindeki ifade biçimlerinin aktarımıyla olacaktır. Umarım.
_____________________________
* Rober Koptaş. (3 Mayıs 2009). “Büyük Felaket Dogmaya Dönüşmesin”. Radikal 2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder