Agos, 8 Mayıs 2009
Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Vakfı seçimlerinin, tespit edilen usulsüzlükler nedeniyle iptal edilmesi, süreci yakından takip edenler için sürpriz değildi.
Seçmen listelerindeki hataları görenler, vefat etmiş kimselerin o listelerde yer aldığını, seçim Beyoğlu ilçesiyle sınırlı tutulduğu halde başka ilçelerde oturan kimselerin seçmen yazıldığını bilenler, bu tür bir kararın çıkabileceğini biliyorlardı. Seçim günü kilise avlusunda şöyle bir gezinenlerse, şişirilmiş listelerin yarattığı karmaşayı gözleriyle gördüler. Normalde 400-500 kişinin oy kullandığı Beyoğlu’nda 18 yaş üstü Ermeni nüfus birdenbire iki katına çıkmadığına göre, işin içinde bir bit yeniği vardı.
Seçimin iptal edilmesi Ermeni toplumu açısından yüz kızartıcı bir sonuç elbette. Asırlık mücadeleler sonucunda, bin bir güçlükle oluşturulan demokratik teamüllerin kişisel çıkar ve makam için bu denli hoyratça kötüye kullanılması ise, geleneğe ve geleceğe yönelik büyük bir saygısızlık.
Ancak unutmamalı ki, bu yüz kızartan durumun sorumluları, bugün kimilerinin iddia ettiği gibi, usulsüzlükleri tespit edip iptal başvurusunda bulunanlar değil, o listeleri bizzat oluşturan, denetleyen ve seçim tertip heyetini görevlendiren mevcut yönetimdir.
Üç Horan’ın yönetim kurulu hakkında söylentiler bugüne dek hiç eksik olmadı. Yönetimin bu iddiaların tümünden aklandığını kabul etsek bile, bu iptal kararı, kara bir leke olarak geçecek tarihe.
Bu lekeyle birlikte yaşamaya tenezzül edecek kadar küçülenlerin ar damarları epey geniş olmalı.
Geçmişi tanıktır
Şimdilerde, Üç Horan yönetimine muhalif Sarı Liste adayları üzerinde yoğun bir baskı var. Vakfın yönetimine aday olmak en doğal ve demokratik hakları değilmiş gibi, bu insanlara, “Gördünüz mü, siz aday olup ortalığı karıştırdınız, seçimler iptal oldu!” deniyor. Seçim tarihini aylarca gizleyenler, seçim duyurusunu yasal sürenin son gününde yapanlar, seçmen listelerini yasal sürenin son günü askıya çıkaranlar mevcut yönetim değil de yönetime yeni aday olanlarmış gibi, iptal kararı muhaliflerin omuzlarına yıkılmaya çalışılıyor. Suçlu, her nasılsa, usulsüzlüğe sebep olanlar değil, bunların tespit edilmesi için başvuruda bulunanlar oluyor.
Agos’u mahkemelere şikâyet edip köşeye sıkıştırmaya çalışanlar ise, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yapılan iptal başvurusunu, cemaat içinde olan biteni devlete şikâyet etmek gibi gösterip vicdanlarda mahkûm ettirmeye çalışıyor. Bu koroya, Patrikhane’yi fiilen patriksiz bıraktığı halde bir patrikmiş gibi saygı görmeyi bekleyen Başepiskopos Aram Ateşyan da katılıyor.
Bu yolda, kadim ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ taktikleri devreye sokuluyor, ağabeyler kardeşlere, eskiler yenilere, ustalar çömezlere ‘makul’ yolu gösteriyor, ‘sağduyu’ çağrısında bulunuyor: “Gelin bu sevdadan vaz geçin. Harabetoğlu zaten yaşını başını almış adam. Bir dönem daha başkanlık etsin, ne çıkar!”
Geçmişte Ermeni toplumunun içe kapalılığından, sessizliğinden yararlanan, koyunun olmadığı yerde kendini abdurrahman çelebi addeden kimseler, çarkların aynen dönmesi, fincancı katırlarının ürkmemesi için, değişim arzulayanların çanına bir kez daha ot tıkamak için çaba sarf ediyor.
Bugüne dek Ermenilerin uğradığı devlet kaynaklı haksızlıklara karşı seslerini hiç yükseltmemiş olanlar bir korku ortamı yaratmaya çalışıyor, “Bakın, seçimlerde bir kez daha huzursuzluk olursa devlet vakfı kayyuma devredecek, yazık değil mi asırlık vakfa!” diyerek şantaj yapıyorlar.
Oysa, Beyoğlu Üç Horan Vakfı Başkanı’nın, geçmişte II. Mesrob’un patrik adaylığına karşı olan devletlu güçlerin yanında saf tuttuğu, birtakım tezviratlarla onun seçimi kazanmasını engellemeye çalıştığı unutuluyor. Onun gazetesinin büyük başyazarının, o günlerde Başepiskopos Mesrob’a, Patrikhane’nin kapısına kilit vurup anahtarını valiliğe teslim etmesi çağrısında bulunduğu da…
Ermeni kurumlarını, vakıflarını, kiliselerini korumak, kerametleri kendinden menkul bu muhteremlere mi kaldı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder