Satırlı saldırganları hoşgörmek

Agos, 26 Haziran 2009

Üniversitede a-politika

1990’larda, Türkiye’nin küresel ekonomik sisteme bir an önce entegre olmasını savunan sermaye gruplarının sözcüsü konumundaki merkez medya, özelleştirmeleri, art arda gelen ekonomik ‘tedbir’leri her ne pahasına olursa olsun savunuyor, bunların yarattığı insani ve sosyal dramları gözlerden ırak tutmaya çalışıyordu. Bu, aynı zamanda, üniversitelerde 12 Eylül rejiminin karanlık perdesinin hafiflediği, gençliğin, öğrenci koordinasyonları aracılığıyla yeni bir muhalefet örgütlemeye çabaladığı bir dönemdi.

Harç ücretlerine yapılan yüksek zamları protesto eylemleriyle başlayan hareketlilik, memleket meselelerine, dünya ahvaline duyarlı bir siyasetin kapısını araladıkça, statükonun hedefi haline geldi. Devletin, ihtiyaç anında kullanmayı alışkanlık haline getirdiği milliyetçi gruplar devreye sokuldu. Üniversite içinden ve dışından ülkücüler, üniversitede siyasi faaliyette bulunan öğrencilere saldırmaya başladı.

Gazeteler ve televizyonlar, bu saldırıları hep karşıt görüşteki öğrencilerin çatışması olarak sundu. Kitlelerin bilinçaltındaki, 1980 öncesi çatışma ortamının geri gelmekte olduğuna dair korku canlı tutularak, üniversitedeki her türlü politik etkinliğin gayrimeşru ilan edilmesi amaçlanıyordu. Desteklenen tek siyasi uğraş, neye hizmet ettiği bugün artık çok net görülen Atatürkçü Düşünce Derneklerinin faaliyetleriydi.

Bugün üniversiteler, o günlerin siyasi canlılığından bir hayli uzak. Okul koridorlarındaki kavga görüntülerini televizyonlardan izleyerek büyüyen bugünkü neslin pek çok mensubu için, üniversite zaten siyasetle bir arada anılmaması, pirûpak olması gereken bir kurum. Hayatın her anının ve her alanının politik olduğu gerçeği, devlet ve sermaye kaynaklı apolitizasyonu kıramıyor. Öğrenci muhalefeti, kulüpler ve sol partilerin üniversite içi gruplarıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Ancak bu cılız çabalar bile, ülkücülerin, pek çok kişinin yaralanmasına neden olan saldırılarından kurtulamıyor.

Geçmişin aksine, bugün bu saldırılar gazete ve televizyonlarda haber olmuyor. Medya, belli ki, ehlileştirilen, sesi soluğu kesilen üniversitelerde bazı kıpırdanmalar olduğu görüntüsü yaratmak istemiyor. Üniversite yönetimlerinin baskıcı tutumu bu batağı derinleştirirken, saldırıya uğrayan öğrencilerin çığlığı, sessizliğin içinde boğuluyor.

Satırlı saldırganları hoşgörmek

İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki kampusu, polisler ve özel güvenlik elemanları tarafından ‘korunan’, kameralar tarafından 24 saat gözetlenen bir ‘güvenlik vahası’. Orada, başka üniversitelerin öğrencileri, kapılarda yapılan kimlik kontrollerinden geçemezler. Dahası, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin bile, bir fakülte binasından diğerine geçişi engellenmiştir.

Bilimsel tartışmanın ancak gerçek bir özgürlük ortamında mümkün olduğu gerçeğinden bihaber görünen Alemdaroğlu ve Parlak yönetimleri, üniversiteyi polisiye yöntemlerle idare ederek, her tür öğrenci faaliyetini sıkı sıkıya kontrol altında tuttu. İstanbul Üniversitesi’nin internet sitesinin tanıtım kısmına girdiğinizde, hemen ikinci paragrafta karşınıza çıkan şu ifadeler, yönetimin arzuladığı akademisyen tipi hakkında bilgi veriyor: “Gücünü gençlerden alan İstanbul Üniversitesi, varoldukça Cumhuriyet ilkelerini ve değerlerini temsil edecektir. İstanbul Üniversitesi, halkın verdiği misyonla, Atatürk ilke ve devrimlerinin her dönemde ve her koşulda yılmaz koruyucusu olacaktır. Cumhuriyetin değerlerini yıkmak isteyenler, bütün öğretim kadrosu, idari personeli, mezunu ve öğrencisiyle İstanbul Üniversitesi'ni karşısında bulacaktır.”

“Gücünü gençlerden alan” İstanbul Üniversitesi’nde, öğrenci gençlerin bir kısmı, aylardır Ülkü ve Alperen ocakları bağlantılı saldırılara uğruyor. Son iki buçuk ayda, bu saldırılar sonucunda, dördü ağır olmak üzere ondan fazla öğrenci yaralandı.

Öğrencilerin bildirdiğine göre, saldırılar, Mart ayının sonlarında, ‘Türkçe Yaşam Kulübü’nün etkinliği için afiş asmak bahanesiyle okula giren ülkücülerin saldırılarıyla başladı. Muhsin Yazıcoğlu’nun ölümünün ardından olaylar yoğunlaştı. Afiş asma sırasında yaşanan bir gerginlikten sonra, Alperen Ocağı üyeleri öğrencilere saldırdı, bir öğrenci döner bıçağı darbeleriyle yaralandı.

8 Nisan’da, toplu bir şekilde okuldan çıkan yaklaşık 15 öğrenci otobüse binmek üzereyken saldırıya uğradı. Öğrencilerden A.Ö. dizine bir döner bıçağı darbesi aldı ve zorlu bir ameliyattan sonra bacağı yaklaşık bir buçuk ay alçıda kaldı.

8 Mayıs günü, Süleymaniye’deki Yabancı Diller Bölümü’ne giren saldırganlar, bir öğrenciyi ağır şekilde yaraladı. Satır darbeleri nedeniyle elinden yaralanan H.Y. adlı öğrenci ameliyata alındı.

13 Mayıs’ta ise Türk Dil Bayramı etkinliği yapma bahanesiyle okula gelen yaklaşık 60 kişilik bir grup, rektör yardımcısının ve rektör danışmanının gözü önünde öğrencilere saldırdı, iki öğrenci yaralandı. (bkz. http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=24746)

İstanbul Üniversitesi öğrencileri, Rektörlük yetkililerinin, saldırılara tanık olsalar da harekete geçmediğini ve şu ana kadar olaylara karışan hiçbir üniversiteli ülkücünün idari ceza almadığını söylüyor. Olaylar sırasında polisler ve ‘özel’ güvenlik güçleri çoğunlukla ortadan kayboluyor. Okul dışından gelen saldırganların ana kapıdan nasıl geçtiği ise bilinmiyor.

İstanbul Üniversitesi’nin Rektörü Yunus Söylet, uzun süre sessiz kaldıktan sonra yaptığı açıklamada, saldırıya uğrayan, yaralanan, kanı dökülen öğrencilerle, onlara saldıranları aynı kefeye koydu, sağ ve sol görüşlü öğrencileri olaylardan eşit derecede sorumlu tuttuğunu beyan etti. Dahası, “Üniversitemizde görev yapan Özel Güvenlik başta olmak üzere, üniversitemizin güvenlik konsepti yeniden yapılandırılacaktır” diyerek, üniversiteyi bir tür polis akademisi haline getirme yolunda bir adım daha attı.

Ülkücü şiddetin diliyle bir anlığına bile olsun karşı karşıya gelenler, zembereğinden boşanmaya hazır o kaba gücün nasıl vahşileşebildiğini bilirler.

Yetkililer, ülkücülerin, üniversitelerde, satır, döner bıçağı ve yumrukla deşarj olmasına hoşgörüyle baktıkça, onların hışmına uğrayan pek çok öğrenci hastanelik olmaya devam edecek.

Buna sessiz kalmak, suça ortak olmaktır.

Hiç yorum yok: