1914 Ermeni Reformu (II)

Agos, 23 Ekim 2009


9 Ekim tarihli ‘Hayat Olduğu Gibi’de sözünü ettiğim, İttihatçılarla Taşnaklar arasındaki Reform müzakereleri, 1908’den sonra iki parti arasında genellikle iyi niyet çerçevesinde yürüyen ilişkileri kopma noktasına getiren son halkalardan biriydi. İttihatçılar adına müzakereleri yürüten Talat, Cemal, Mithat Şükrü ve Halil’in, bu görüşmelerde Ermenilere dış müdahale sayılabilecek adımlar atmaktan kaçınmaları gerektiğini anlatırken kullandıkları tehditkâr üslup, iki partinin kısa tarihleri içerisinde bir ilki ve önemli bir dönüm noktasını temsil eder.

Taşnak yayın organı Azadamard’da (Özgürlük Kavgası), Mayıs ve Haziran 1913’te yayımlanan söyleşilerde, İttihatçı liderler Hüseyin Cahit, Talat ve Cavit, Ermenileri hükümetin reform meselesini çok ciddi bir biçimde ele aldığına, toprak meselesinin çözülmesi için adımlar atılacağına ve yabancı müdahalesinin gereksiz olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.

Bir süre sonra, iki partinin ileri gelenleri Büyükada’da bir araya geldiler. Van mebusu Vahan Papazyan, Cemal Paşa’nın o görüşmede kendilerine, “Gerçekten de şimdiye kadar sizin taleplerinizi yerine getiremedik, çünkü üzerimizdeki dış baskılar çok fazla ve mali durumumuz felaket. Ermeniler içinde bulunduğumuz vaziyeti anlamalı ve boğazımıza sarılmamalı” dediğini aktarır. Cemal Taşnaklara ayrıca, “Ruslar sobadan kestaneleri almak için sizi maşa olarak kullanıyor, bunu anlamalısınız” da demiştir. Papazyan, Cemal’in eğer Ermeniler onları dinlemezse İttihat ve Terakki’nin kendisini daha sert tedbirler almakta özgür hissedeceğini söylediğini de ekler ve şöyle der: “Bu sözlerin altında ne tür tehditler yattığını tabii ki anlıyorduk. Ama Türkiye’yi bunu yapmaktan aciz sanıyorduk.”

1913’ün sonbaharına dek yürütülen müzakerelerin sonuçsuz kaldığı anlaşılıyor. Bunun nedenlerini sıralarken, Ermeni tarafı genelde İttihatçıların vaatlerini o güne kadar tutmamış olmalarına vurgu yapıp güvensizlik duygusunu ön plana çıkarırken, İttihatçı liderler ise anılarında Ermeni siyasilerini yabancıların müdahalesine bel bağlamakla suçlar ve bu tavrı “hülyaperverlik” olarak nitelendirirler.

Anlaşmanın doğası

1914 Reform anlaşması, uluslararası konjonktür dikkate alındığında, büyük devletlerin Birinci Dünya Savaşı öncesinde dengeleri bozacak değişiklikler yapmama kaygısının izlerini taşır. Varılan anlaşma neticesinde aslında kaybeden olmamıştı. Osmanlı devleti yabancıların müdahalesini en aza indiren bir anlaşma imzalamanın yanı sıra Ermenileri memnun etmeyi de başarmıştır. Bölgeye iki yabancı genel müfettişin atanması üniter bir ulus devletin bakış açısını içselleştirmiş bizim gibi zamane yurttaşları için hayli sarsıcı olabilir. Ancak o günün şartlarında çok uluslu bir imparatorluktan söz ettiğimizi unutmamak gerekir. İki farklı kuşaktan iki saygın tarihçi, Roderic Davison ve Hans Lukas Kieser, bu anlaşmanın olumlu ve realist bir uzlaşma olduğunu yazarlar. Bazı Türkiyeli tarihçilerin öne sürdüğü gibi Ermenilere verilmiş bir özerklik, ya da bölgeyi tamamen Rusya’nın kontrolüne terk etmek gibi bir durum söz konusu değildir.

Bugün geriye dönüp, 1914 reform görüşmeleri ve imzalanan antlaşmayla 1915’te gerçekleştirilen soykırım arasında bir nedensellik ilişkisi aramak mümkün olabilir. Ben, imzalanan anlaşmanın koşullarının İttihatçılara Ermenileri ortadan kaldırma fikrini verdiği kanaatinde değilim. Bunu iddia etmek tarihsel anlamda da hatalı olur, zira atanan genel müfettişler Norveçli Hoff ve Danimarkalı Westenenk, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girdikten kısa bir süre sonra, aralık ayında ülkelerine gönderilmişti. Yani Ermeni tehciri ve katliam yönünde henüz ortada bir uygulama yokken zaten reform programı askıya alınmış, belki de tarihin çöplüğüne gömülmüştü. En azından artık İttihatçıları korkutacak bir yükümlülük olmayacağı açıktı. Zaten İttihatçılar daha genel müfettişler İstanbul’dayken onlara birtakım zorluklar çıkarıp çalışmalarını güçleştirmeyi başarmışlardır. Dolayısıyla, yine bazı tarihçilerin, 1914 reformları sonucunda Ermenilerin elde ettiği kazanımları abartarak özerk ya da bağımsız bir Ermenistan’ın var oluşunun ilk adımının atıldığı izlenimi yaratmaları, bu yolla 1915-16’daki kırımlara mazeret bulmaya çalışmaları çok da anlamlı değildir.

Reformdan soykırıma

Öte yandan, Ermeni reformlarıyla 1915’teki soykırım arasında –eğer İttihatçılar tarafından bu yönde çok daha önceden alınmış bir karar yoksa– ikincil bir bağ kurulabilir ve bu bağ büyük ölçüde psikolojiktir. İttihatçılar ve Ermeniler, özellikle Taşnaklar, II. Meşrutiyet’i birlikte sahiplenmiş konumdaydılar. İşbirliklerinin sınırları Abdülhamid rejimini devirmekten öteye geçmiş, ülkeyi modernleştirmek temelli siyasi bir angajman üzerine oturmuştu. Unutulmamalı ki, iki grup 1907, 1908, 1909 ve 1912’de dört kez anlaşma imzalamışlardı. Cemal Paşa’nın anılarında Ermeni devrimcileri hakkında “Biz Ermenileri ve hususile onların ihtilâlcilerini Rumlardan ve Bulgarlardan daha fazla severiz. Çünkü onlar daha fazla merd ve kahramandırlar. İkiyüzlülük bilmezler. Dostluklarına sadık, düşmanlıklarına kavidirler,” Taşnaktsutyun’dan ise “Ermeni komitelerinin en namuslusu ve esaslısı,” diye söz etmesi boşuna değildir.

Yani, 1914 Ermeni reformunun 1915’le bağlantılandırılabilecek boyutu, müzakereler sırasında İttihatçıların ve Taşnakların ilişkilerinin gerginlemesi, hatta kopma noktasına gelmesiydi. Bu görüşmeler sırasında İttihatçılar tarafından açık ya da örtülü tehditler savrulmuş, Taşnaklar da bu tehditlere aldırmamayı tercih etmiş, üstelik İttihatçıların Krikor Zohrab aracılığıyla yaptıkları son teklifi reddetmişlerdi. İttihatçı liderlerin kafasında Ermeniler arasında kendilerine dayanak olarak bulabilecekleri bir grubun kalmamış olması çok rahatsız edici bir durumdu. Çünkü o güne dek Ermeni toplumuyla yaşanan her türlü soruna ve gerginliğe rağmen son kertede hep bir uzlaşma mümkün olabilmişti.

Reform müzakereleri sırasında İttihatçıların ve Taşnakların birbirlerine diş göstermeleri, ortak bir gelecek ihtimalinin ortadan kalktığı fikrinin ağırlık kazanmasına neden olmuş olabilir. Bu durumun, İttihatçıların kafasında Ermenilerden kaynaklanan bir hastalığı, her daim sorun yaratan bir tür cerahatı temizleyip yola sağlıklı bir şekilde devam etmek isteyen toplumsal-demografik mühendisi uyandırmış olması ihtimal dahilindedir.

Hiç yorum yok: