Taraf ve çıta

Agos, 30 Ekim 2009

Taraf önemli. Türkiye’nin demokratikleşmesini, sivilleşmesini, 12 Eylül ikliminden sıyrılmasını, askeri vesayetten kurtulmasını, geçmiş günahlarıyla yüzleşmesini isteyen herkes için önemli. Çok önemli. Bundan kim şüphe duyabilir?

Taraf’ın önemi, onun kerameti kendinden menkul bir özgüvenle, muktedirlerin, galiplerin kurum kurum kurulan dilini konuşmasını meşru veya eleştiriden azade kılmıyor, kılmamalı.

Taraf, Kürtlerin barış sloganını bir tabanca gibi kullanıp “Edi bese PKK” derken de, Taşnaktsutyun’un Uluslararası İlişkiler Sekreteri Giro Manoyan’ı “Ermenistan’ın Bahçelisi” ilan ederken de, “Ermeni kuyumcu çetesi” haberini verirken de, veya, daha dün, 27 Ekim’de yaptığı gibi, seks işçisi bir kadın hakkında “Bu kadına dokunan yanıyor” başlığını atarken de, züccaciye dükkânına girmiş fil gibi davranıyor.

Türkiye’nin demokratlarının, Hürriyet’in diline, söylemine, sinizmine, hoyratlığına ve kendinden memnuniyetine öykünen bir gazeteye ihtiyaçları yok. Aksine, tevazuu pusula edinecek, kendini her saniye sorgulayacak, ezilenlerin, ayrımcılığa uğrayanların gerçek anlamda sesi olmaya çalışacak, bunu yaparken de adalet duygusunu zedelememeyi en kıymetli hazine bilecek bir ‘fikre’ ihtiyacı var.

Taraf’ın bir fikri var elbette. Ama, daha ilk sayıdan itibaren, onun öncelikler hiyerarşisinde, karşı tarafı alt etmek o kadar açık arayla önde ki, o fikrin uç vereceği bahçeyi taşlarından ayıklamaya, o fikrin yeşerip boy atacağı toprağı ekip biçmeye ne zamanı var ne de hevesi. O yüzden, Taraf kendini ve bizleri gündemle sarhoş ediyor, o yüzden Taraf sloganvari manşetler patlatmadan duramıyor. O adrenalin bağımlılığının bu memleketin insanı aşağılara çeken vasatına katkıda bulunduğunu, çıtayı bir tık olsun yükseltmediğini görmek istemiyor.

Taraf’taki arkadaşların ne kadar zor şartlarda, imkânsızlıklar içinde çalıştığını biliyoruz, duyuyoruz; Taraf da bunu saklamaya çalışmıyor zaten. Ama emeklilerinin yüzde doksanının açlık sınırının altında yaşadığı, asgari ücretin yoksulluk sınırının altında olduğu bir memlekette, gazetenin yukarda sözü edilen söylemsel ve fikirsel tutarsızlıklara yönelik eleştiriler karşısında yoklukları öne sürmesi, salt tepkileri savuşturmaya yönelik bir bahane olarak kalmaya mahkûm görünüyor. Taraf, üstelik, bu bahaneyi öne sürerken, emeğiyle geçinen sınıfların hak ve hukukuyla ilgili haberlere yüz vermemeyi yayın politikası bellemek, hatta kendi Ankara bürosu çalışanlarına kapıyı öfke ve hatta nefret yüklü sözlerle göstermek gibi zaaflarla da malul.

Bu sözlerin, basında kalem oynatan ve Taraf’la polemik arayan bir köşe yazarının taşlamaları değil, bir Taraf okurunun, Taraf’ı önemseyen ama ondan daha fazlasını beklediği için bir sepet de şikâyeti olan bir okurun içini dökmesi olarak okunmasını dilerim. Başka bir niyetle yazılmadı çünkü.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

güzel olmuş.
n.

küçük dedi ki...

ne yazsam bilmiyorum, ama bişi yazmak zorunda hissediyorum, hep yaptığım gibi, benden bi ses duymak için açtım sayfanı, hep yaptığım gibi heyecanla okudum yazını, ama okudukça, okuduktan sonra, bi garip duygu çöktü içime, taraf ne derse haklı demiyorum, aksine benim de çoğu zaman deliye döndüğüm oluyor, ama bu yazı da, yaraladı beni,duygusal bi tepki tamam. uzun uzun temellendirmenin de lüzumu yok. ama işte, bil diye, talinin de senin de yazın, yaraladı, taraf kadar...
küçük

rober koptaş dedi ki...

küçük
diaspora’nın ahını almak'ın yaralamasını anlarım da, bu bence epey dengeli bir yazı.
öbürü, gerçekten öfkeyle yazıldı çünkü. ve hâlâ gazetenin o günkü tavrının ahlaksızlık olduğunu düşünüyorum.
ve öfkeyle yazıldı, çünkü kendinizi içinde hissettiğiniz bir grubun vurdumduymazlığına, vurdumduymazlık da değil, umursamazlığına ve acıyı inatla kaşımaktaki inadına büyük bir tepkiydi.
ancak sevdiklerimiz bu kadar öfkelendirebilir bizi. bunu senin iyi bildiğini iyi biliyorum.
orada, o öfkenin görünür olduğunun, bir çaresizlik eseri olduğunun, ayağına bastığın kedinin seni aniden tırmalaması gibi anlık bir şey olduğunun görünür olduğunu düşünüyordum. değilse, benim yeteneksizliğimdendir.
cumartesi günü sen de dinledin. bazen hayal kırıklığı ya da üzüntü insana kendi üslübuna çok da uygun olmayan şeyler söyletebiliyor... bunlar belki de hâlâ yaşadığımızı gösteren emareler. ben öyle algılamak istiyorum en azından.
buradaki yazı ise o öfkeye mesafeli... ama yine de taraf hakkında söylenecek sözler var diyor. ulusalcıların, milliyetçilerin, faşistlerin taraf’a saldırıyor olması, bizim, dostları olarak taraf’ın hatalarına karşı sessiz kalmamızı gerektirmiyor. taraf’a yönelik milliyetçi-devletçi-militarist saldırılarda onunlayız elbette (içindeyiz anlamında söylüyorum, yanında ya da arkasında değil). ama taraf’ın hoyratlaştığı, galip’in diline meylettiği noktaları şimdi söylemezsek ne zaman söyleyeceğiz? o zaman, bütün hayati meselelerin çözümünü devrim'den sonraya bırakanların durumuna düşmez miyiz?
ordu, bugün hemen, olması gerektiği yere dönse, türkiye’nin bütün meseleleri bitecek mi? kadınların, kürtlerin, işçilerin, ermenilerin uğradığı adalatsizlikler bir sihirli dokunuşla ortadan kalkacak mı? bu konularda daha fazla duyarlılık beklemenin nesi kötü?
sen de "deliye döndüğüm oluyor" demişsin. bizi deliye döndüren şeyleri yazıp çizemeyeceksek, bu işlerle neden uğraşalım?
karnımız ağrımaya devam etsin, hepimiz maladie armenienne’imizle yaşamaya devam edelim diye mi?
sarıldım sana kocaman.
r.