Türkiye’nin 1990’lı yıllarını en iyi, son Türk büyüklerinden Mehmet Ağar’ın “1000 operasyon yaptık” sözleri anlatır.
Tarih, yol kenarında elleri bağlı bir halde ölü bulunanların, etrafı yüzlerce güvenlik görevlisiyle çevrili hücre evlerinde ‘ölü ele geçirilenlerin’, Cumartesi Anneleri’nin izlerini silmek için uğraşıp dururken, devrin emniyet müdürü ve içişleri bakanı Mehmet Ağar, siyasi yenilgisinden dahi hayranlık devşirmeyi bilmiş, mağrur, vakur, makbul devlet adamlığı denizinde özgürce kulaç atıyor 2000’ler Türkiyesi’nde.
Yine de, arada hatların karıştığı olmuyor değil. 9 Kasım 2005’te, Şemdinli’de Umut Kitabevi’ni bombalayan kişinin sığındığı otomobil halk tarafından durdurulup içindekilerin asker olduğu ortaya çıkınca, kalabalığın sıkıştırdığı ‘görevli’lerden biri cep telefonuna sarılıp DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ı aramış, “Müdürüm, kurşun yağmuru altındayız. Bize sahip çıkın!” diye yardım dilemişti.
Geçenlerde Milliyet’te yer alan Gökçer Tahmincioğlu imzalı bir haber, adaletin eninde sonunda tecelli edeceğine inanan iyimserleri haklı çıkaracak cinstendi. Habere göre, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 1991’de Dev-Sol üyesi olduğu iddia edilen kişilere karşı düzenlenen, 10 kişinin yaşamını yitirdiği operasyon nedeniyle Türkiye’yi 177 bin Euro ödemeye mahkûm etti. Türkiye yargısının davacı ailelerin şikâyetlerini ısrarla kulak arkası ettiği mahkeme sürecinin ardından davanın taşındığı AİHM, kararın gerekçesinde, soruşturma sürecindeki hataları bir bir gözler önüne serdi.
Karar metninin çektiği fotoğraf yabancımız değil:
– Olay yeri fotoğrafları ve keşif yok; polis ifadeleri yok; silahların balistik incelemesi yok; ölenlerin balistik inceleme açısından önem taşıyan kıyafetleri yok; zanlıları kurşun yağmuruna tutmak yerine göz yaşartıcı bomba kullanımı yok; zanlıların polislere attığı söylenen bombalara dair iz yok; iddiaların aksine çatışma izi yok.
– Bir dairede, tümü aşağıya doğru 9 kurşun izi var; ölenlerden İbrahim Erdoğan’da 9 ölümcül kurşun yarası var; ölenlerden Yücel Şimşek’in vücudunda, polislerin patlayıcı kullanmadıkları yönündeki beyanlarına rağmen şarapnel parçaları var; ölenlerden Cavit Özkaya’nın sırtında 5 kurşun var; dönemin İstanbul emniyet müdürü Mehmet Ağar’ın operasyondan sonra görevlileri tek tek tebrik etmesi var...
Bu vahşet fotoğrafı karşısında içi sızlamayan var mı? Terörist ya da değil, bir zanlının sorgulanmadan, yargılanmadan katledilmesi, yaralanıp yere düşenlerin sırtlarından vurulması hangi insanlığa sığar, hangi kitapta yazar?
Türkiye bu karabasanlardan kurtulmuş değil. Sorumlular yargı önüne çıkıp cezalandırılmadığı sürece kurtulması mümkün de değil. Yöntem farklı olsa da, en yakın örneğini 19 Ocak’ta yaşadık. “Ağır abiler” pis işlerini o gün 17 yaşındaki sabilere gördürmediler mi?
Daimi bir paranoya halinin zincirlerinden kurtulamayan güvenlik algısı, seçimlerden hemen önce ‘Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u Meclis’te kabul ettirdi. Yurttaşlara AB reform paketleri sayesinde tanınmış hakların pek çoğu, AİH Sözleşmesi’nin, kişi özgürlüğünün, kişinin beden ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına dair maddelerinin ruhuna aykırı bu kanunla geri alınmış oldu. Karabasan devam ediyor.
10 Ağustos 2007
10 Ağustos 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder