Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Ermeni devrimci partilerinin faaliyetlerini hayali bir devrimci kahramanın Anadolu’daki maceralarını mercek altına alarak hicveden Yoldaş Pançuni, ilk yayımlanışının üzerinden tam yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, her dönemde yeniden okunmayı ve tartışılmayı hak ediyor.
Eserin Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı en kritik döneme ışık tutmaktaki başarısı, adeta bir sis çanı gibi, yaklaşan soykırımı haber vermesi, bugün onu daha da değerli ve önemli kılıyor. Türkçe çevirisi Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan Yoldaş Pançuni, aynı zamanda Meşrutiyet rejimine, Ermenilerle Kürtler arasında ilişkilere ve bilhassa Türkiye sol hareketinin tarihine bakarken dikkate alınması gereken sorular ve veriler sunuyor bize.
Yoldaş Pançuni’nin yazarı Yervant Odyan, arı misali çalışan, ömrü boyunca –tehcir yılları istisna– yazmayı hiç bırakmayan, gittiği her yerde gazeteler, dergiler çıkaran bir yazı emektarıydı. 1915’te İstanbul’dan Der-Zor’a dek sürüldü ve üç buçuk yıl oradan oraya sürüklendikten, türlü badireler atlattıktan sonra adeta mucize eseri kurtuldu. Mütareke döneminde İstanbul’a döndü ve 1922’de, 1915’te yaşananlar tekrar edilir korkusuyla İstanbul’u terk eden binlerce Ermeni gibi şehirden ayrıldı. 1926’da Kahire’de hayatını kaybetti.
Odyan müthiş bir gözlemciydi. Gittiği her yerde –ki sık sık ‘gitmek’ zorunda kalmıştı– aydınları, ağaları, beyleri, yoksulları, işçileri, ruhanileri ve devrimcileri gözlemiş, daima keskin toplumsal çözümlemelerde bulunmuştu. Farklı tabakalardan insanların sahtekârlıklarına, çıkar elde etmek için değerleri nasıl kullandıklarına ve gereğinde bu değerleri nasıl gözlerini kırpmadan feda edebildiklerine dikkat çekmeyi seviyordu.
Eserlerinde İstanbul’un ekonomik anlamda yükselen, batılılaşan ama manevi anlamda büyük bir çöküntü yaşayan burjuvazisini alaya alıyor, yüksek Ermeni sınıfının yaşadığı dekadansa dikkat çekiyordu. Bu yönüyle, 1850’lerde, Amira sınıfının millet işlerindeki egemenliğine son veren genç aydınların idealizmiyle, yaşadığı dönemin çıkarcılığı arasındaki uçurumu ifade eder gibidir.
Odyan, davranışlarını, hayallerini, öfkelerini, düş kırıklıklarını, söylem ve tahayyüllerini çok iyi bildiği devrimcileri, Yoldaş Pançuni ile Anadolu Ermenilerinin acı gerçekliğinin tam da göbeğine yerleştirir. Eser, kahramanının, yani Yoldaş Pançuni’nin, Ermeni devrimci partilerinden birinin merkezine yazdığı mektuplardan oluşur.
Odyan, Pançuni’nin 1909’da yayımlanan ilk bölümünün başında, kısa bir biyografik bölümle kahramanın çocukluğunu ve devrimciliğe doğru yaşadığı evrimi aktarır. Buna göre, çocuk yaşında dahi bir “baş belası” olan Pançuni bir baltaya sap olamayınca, ağabeyi tarafından Marsilya’ya okumaya gönderilir. Ancak, ticaret okulunun ders programı kendisini “açmayınca”, devrimci öğrencilerin Avrupa’daki “Kâbe”si durumundaki Cenevre’ye gider ve Sosyal Bilimler Fakültesi’ne misafir öğrenci olarak kaydolur. Burada, okula pek uğramaz; mekânı daha çok, dünyanın kurtarıldığı birahanelerdir. “Kafa şişirmeyi iyi bildiği için” profesyonel devrimcilik yapmaya başlar.
1908’de Meşrutiyet’in ilan edildiğini duyunca “hevesli kafaları ütülemek için… bir göktaşı gibi” İstanbul’a düşer. Nutukları fazla ilgi çekmeyince, “İstanbul’dan ziyade taşrayı uyandırmak, aydınlatmak ve dönüştürmenin kaçınılmaz bir gereklilik” olduğuna hükmederek, Arapkir’e, oradan da 20 haneli, kendi halinde bir Ermeni köyü olan Dzabılvar’a geçer.
Onun faaliyetleri, tarihçi Anaide Ter-Minassian’ın Ermeni devrimci aydınlarının zihniyeti için yaptığı şu değerlendirmenin karikatürize edilmiş halidir adeta:
“Aydınlanma’nın taşıyıcısı olan [Ermeni] intelijansiya[sı] kendine Mesihvari bir devrimci ve milli görev edinmişti: Ermeni halkını ‘Asyai karanlığı’ndan ve ekonomik geriliğinden çıkarmak, ona yüzyıllardır süren tabiiyeti sırasında yitirdiği saygınlığı geri vermek, milli bir bilinç ve siyasi irade kazandırmak.”
Pançuni, işçi sınıfının ve de burjuvazinin varolduğu bu küçük köyde sosyalist bir mücadele alanı yaratmak ister. Eserin ruhuna hâkim olan mizah da bu gerilimden beslenir. Hemen, az çok uygun gördüğü kişilere, okuduğu kitaplara göre roller biçmeye kalkar. Köyün yaşlı papazı Der Sahak “ortaçağ ruhanilerinin, gericiliğin, obskürantizmin” temsilcisi olur kolayca; burjuvaziyi ise “köylüler üzerindeki asırlık sömürüsünün ürünü olan üç tarlaya, iki ineğe, bir eşeğe ve iki keçiye sahip” olan Res Serko temsil eder. Köyde, “işçi sınıfının” yegâne temsilcisi ise nalbant Mıgo’dur.
Çalışmalarına devam eden Pançuni, komşu Kürt köyü Komraş’a gider ve orada bir Karl Marx Kulübü kurulmasına önayak olur. Pançuni’ye göre, arada sırada Dzabılvar ahalisinin mallarını talan eden bu köy, ekspropriatsia (mülksüzleştirme) ile ilgili sosyalist görüşleri hemen anlar ve partinin “propagandası için uygun bir dayanak” teşkil eder.
Pançuni’nin Dzabılvar’daki faaliyetleri, sosyalist kuramları köydeki yaşantıya uygulama girişimleri, bol keseden kullandığı missia, provokatsia, evolutsia, ekspropriatsa gibi Rusçalaştırılmış terimler ve kapitalizm, proletarya, işçi savaşımı, grev, kilise düşmanlığı gibi Batı menşeli kavramlar, Engels ve Marx’tan yaptığı alıntılar, köy gerçekliğinde gülünç bir etki yaratır.
“Acta, non verba!”
Köyde açılması için ahalinin para topladığı okula yeterince çağdaş bir binaya sahip olmadığı için karşı çıkmak, öğretmenini taşlayarak köyden kovmak; Komraş köyündekilerin Dzabılvar’ı, istedikleri parayı vermedikleri için basarak birçok kişiyi öldürmeleriyle sonuçlanan bir felakete neden olmak; Van’da bir çuha atölyesinde çalışan 20 kadar kadını atölye sahibine karşı örgütleyeyim derken atölyenin iflas edip kadınların ve patronun işsiz, aç biilaç kalmalarına neden olmak; halk adına Van’daki bir manastıra silah zoruyla el koyup adını Kropotkin manastırına dönüştürmek, ama bu arada manastırın neyi var neyi yoksa satıp savmak, Pançuni’nin kaş yapayım derken göz çıkardığı marifetlerinden bazılarıdır.
Ne de olsa sloganı “Acta, non verba!”dır (Laf değil, iş!).
(Desenler: Aleksandr Saruhan)