Kaç senedir Akhtamar’ın etrafında dönüp duruyoruz; oysa meselenin çözümü, siyasi koz elde etme amaçlı günlük jestlerin çok daha derininde yatıyor. Oraya indiğimizde de, sadece Akhtamar’a değil, devletin Ermenilere, bütün gayrimüslimlere, kendi tarihine ve 1915’e bakışına dair kadim bir heyula görüyoruz.
Kilisenin restorasyonuna 2005’te başlanmıştı. Sonraki dönemde, önce açılışın tarihi, ardından, kilisenin tepesine haç konup konmayacağı, çanının takılıp takılmayacağı, ve son olarak da, ibadet izninin verilip verilmeyeceği gibi, pek çok tartışma yaşandı. Bu sürede neredeyse hiç sözü edilmeyense, kilisenin neden Kültür Bakanlığı’na bağlı bir anıt-müze olarak açıldığıydı.
Şöyle bir geri dönüp, son dört yılda yaşananları hatırlayalım.
Ekim 2006’da, bu sütunda, Surp Haç Kilisesi’nin restore edilmesinin elbette sevindirici olduğunu, hükümetin bir arada yaşama kültürü adına olumlu bir mesaj vermek istediğini, ancak adanın ‘Akhtamar’ olan adını teslim etmeyip ‘Akdamar’da diretmenin bu mesajla çeliştiğini söyleyerek, bu tutumu eleştirmiştik.
O sıralarda, kilisenin, AB ilerleme raporunun açıklamasının hemen öncesinde, yani Kasım ayında açılacağı söyleniyordu, ama öyle olmadı.
İki ay sonra, Aralık ayında, açılış tarihi olarak bu kez 24 Nisan 2007 uygun görüldü. Ancak bu tarih, İstanbul’da Ermeni aydınların tutuklanıp ölüm yolculuğuna çıkarıldığı, 1915 soykırımında ölenlerin yasının tutulduğu gündü. Hükümetin, kiliseyi kurbanların anıldığı bu günde açma yönündeki saçma kararına, dünyanın dört bir yanından tepki geldi. O zaman, bu tarihin, ancak Türkiye geçmişle yüzleşmeye gerçekten karar verir, Willy Brandt’ın Varşova’daki soykırım kurbanları anıtının önünde diz çökmesine benzer bir büyük jest yaparsa anlamlı olacağını, aksi takdirde bu tercihin Ermenilerin canını yakmaktan başka bir şeye hizmet etmeyeceğini yazmıştık.
“Emin misiniz? Son kararınız mı?”
Ardından, tarih bir kez daha değişti. Hükümet, töreni mutlaka Nisan ayında, ABD Başkanı Bush’un 24 Nisan mesajı öncesinde yapmak istiyordu. Bu kez, tercih edilen tarih, eski takvimde 24 Nisan’a tekabül eden 11 Nisan’dı. Hrant Dink’in öldürüldüğü 19 Ocak 2007 tarihinde yayımlanan Agos’un manşeti, işte bu nedenle, “Emin misiniz? Son kararınız mı?” diye soruyor, hükümeti ‘11/24 Nisan’ inadından vazgeçmeye çağırıyordu.
Aynı gün, Agos’un ‘Tarihin cilvesi’ başlıklı başyazısı, bu kararı şu sözlerle eleştiriyordu: “Restorasyonu tamamlanan Akhtamar Surp Haç Kilisesi’nin açılışı tam bir arapsaçına döndüğü gibi, fazlasıyla da mizah kokmaya başladı. Doğru bir işi bu kadar yanlış bir mecraya kaydırmak ve eline yüzüne bulaştırmak ancak bu kadar becerilebilirdi. Gizlenemez gizli niyet, ancak bu kadar sırıtabilirdi. Tam bir komedi. Tam bir rezalet! Hükümet ‘Ermeni sorunu’ konusunda hâlâ doğru bir yöntem ve doğru bir yol tutturamadı. Derdi sorun çözmek değil, güreşe soyunmuş pehlivan gibi puan kazanmak. Neyi, nasıl yapıp, arkaya dolanacak da rakibini kündeye oturtacak. Tüm tasası bu. Hiç ama hiç samimi değil.”
Bu ses duyulmuş olmalı, çünkü tarih bir kez daha değişti ve beklenen açılış 29 Mart 2007’de yapıldı. Kilisenin üzerine koskocaman bir Türkiye bayrağı ve Atatürk posteri asılmıştı. Bu manzara, gerçeğin altını bir kez daha çiziyordu. Amaç, kültürel varlığa sahip çıkmak değil, siyasi propagandaydı, hem de en kabasından. Dahası, bu amacın bu kadar hoyratça ve kalın çizgilerle dışa vurulması, o günlerde Cengiz Çandar’ın bir yazısında belirttiği gibi, ortaya bir ‘kültürel soykırım’ tablosu çıkarıyordu.
Kilisenin bir ‘anıt-müze’ olarak açılması, ‘Surp Haç’ olan adının hiçbir resmi yazıda zikredilmemesi; dahası, ‘Akdamar Kilisesi Anıt Müzesi’ gibi soğuk mu soğuk bir adla anılması, tepesine haçının konmaması, çan kulesinin çansız bırakılması gibi detaylar, restorasyonla gösterildiği varsayılan iyi niyetin tam zıddını ima ediyordu.
Bu yılın Mart ayında ise, kilisenin yılda bir gün, adını aldığı Haçverats yortusundaibadete açılabileceği yönündeki Kültür Bakanlığı kararı geldi. Bu karar da, “kilisede, ziyaretçi sirkülasyonuna engel teşkil etmeyecek bir bölümde, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla, yılda bir kez olmak üzere, Eylül ayının ikinci haftasında, günü, saati ve süresi Valilikçe belirlenmek kaydıyla dini içerikli etkinlik” düzenlenebileceğini ifade ediyor, dini ayini koşullara ve sınırlamalara boğuyordu.
Nihayet, Haçverats yortusu günü olan 12 Eylül’de yapılması gereken ayin, anayasa referandumuyla çakışması nedeniyle bir hafta ertelenerek 19 Eylül’e alındı. Oysa o gün, Türkiye’nin her yerinde her tür dini ibadetin ertelenmeden yapılacağı, kiliselerde ayinlerin düzenleneceği, camilerde vakit namazlarının kılınacağı gibi, Akhtamar’da da, ruhanilerin ve inananların katılımıyla pekâlâ ayin yapılabilirdi.
Kilisenin bir sahibi var
Başa dönelim. Surp Haç Kilisesi’nin bu kadar çok tartışılan macerasında, neredeyse hiç dile getirilmeyen bir başka gerçek var. 915-921 yılları arasında inşa edilen, mimarisi ve eşsiz kabartmalarıyla büyük bir kültür mirası olan bu kilise, bin yıl boyunca Ermeni Ortodoks Kilisesi’ne aitti. Zamanında, en önemli dini merkez olan gatoğigosluğa da ev sahipliği yapan ve Van yöresindeki Ermeni prensliklerinin ulaşmış olduğu medeniyet seviyesini gösteren bu güzel yapı, devlet eliyle restore edildikten sonra, mülkiyeti ve kullanım hakkı Kültür Bakanlığı’na ait olarak, gerçek işlevinden hayli farklı bir şekilde kullanıldı. Bu, 1915’te yaşanan gaspın bugün yenilenmesinden başka bir anlam taşımıyor.
Oysa gerçek iyi niyet, kilisenin, asıl sahiplerine, Ermenilere, Ermeni Kilisesi’ne geri verilmesini, devletin ise, belki onun güvenliğini sağlamak dışında, başka hiçbir şeye karışmamasını gerektiriyor. Bu adım atılmadıkça, hiçbir jest, siyasi manevra olmaktan öteye geçmeyecek; birilerine, reddedilmediği, aksine sahiplenildiği için hâlâ devam eden kültürel soykırımı hatırlatacak daima.
(Fotoğraf: Balazs Pataki, http://armeniangallery.blogspot.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder