Agos, 18 Haziran 2010
Hrant Dink Vakfı’nın geçtiğimiz hafta sonu düzenlediği sempozyum, ‘kültür’ ve ‘etkileşim’ kavramları üzerinde yeniden düşünmemize vesile oldu.
Her şeyin tek yönlü, tek sesli, tek renkli bir dayatmayla Türkçü kisvelere büründüğü bir ülkede, gündelik hayatın, sanatın, hayatın yekpare, masif bir kütleden ibaret olmadığını; hâkim kılınmaya çalışılan kültürün aslında farklı kanallardan beslendiğini; bu toprakların başka dillere, başka edebiyatlara, başka şarkılara, başka oyunlara, başka kıyafetlere, başka güzelliklere de ev sahipliği yaptığını hatırlamanın, hatırlatmanın, emir-komuta zinciriyle kurgulanmış tarihsel anlatıları tersine çevirmenin yollarından biri de, ilişkilere, etkileşimlere dikkat çekmek şüphesiz.
Kültürel etkileşim kavramına biraz daha yakından bakıp, üzerinde etraflıca düşünmek için hangi soruları sormamız gerekiyor?
Mesela, etkileşenler kimlerdir? Farklı, birbirinden ayrık unsurlar mı, yoksa aynı bütünü oluşturan parçalar mı?
Etkileşimin sınırları nerededir? Başı, sonu var mıdır?
Güç ilişkilerinden bağımsız bir etkileşim mümkün müdür? Hâkim kültür, güdük bıraktığı, çoraklaştırdığı, can çekiştirdiği ‘alt-kültür’lerle girdiği her türlü ilişkiyi kâr hanesine yazmaz mı?
Meseleye bu yönden bakarsak, etkileşimden mi, yoksa bir tür kullanma ilişkisinden mi söz etmeli?
‘Ulusal’ addedilen değerler birbirleriyle etkileşir mi? ‘Ulusal’ olan, şundan ya da bundan aldığını en nihayetinde hep kendine mal etmez mi?
O halde, etkileşim ancak ‘ulusal’ın dışında mı mümkündür? Peki, insani boyuta indiğimizde yaşanan nedir?
Etkileşimin bir dikey bir de yatay boyutu varsa eğer, tepesinde devletin durduğu dikey hiyerarşili ilişkilenme şeklini bir yana, insanların, grupların yan yana durarak girdiği etkilenme biçimini diğer yana koyup, meseleyi bir de o gözlükle değerlendirmeliyiz demektir…
O halde, iktidar ilişkilerinin uzağında yeşeren temasları teşvik ederken, hâkim gücün dayattığı yolları da tersine çevirmeye uğraşmalıyız.
Yan yana yaşayanların birbirinden etkilenmemesi mümkün mü? Peki, yan yana yaşayanlar farklı kültürleri mi paylaşmaktadır ki, yaşayışlarında, inanışlarında, hal ve tavırlarındaki benzerlikleri etkileşim penceresinden değerlendirelim? Böyle yaparak onları birbirlerine yabancılaştırmış olmuyor muyuz? İnsanların doğallık içinde kurdukları ortak yaşama etkileşim penceresinden bakmak, onları kompartmanlara ayırmak, partikülarize, atomize etmek sonucunu doğurmaz mı? Atomlarına ayırdığımızı daha sonra nasıl bir araya getireceğiz?
*
Bu sorulara, her biri anlamlı olacak yenilerini eklemek mümkün. Herhalde, onlarca yıldır bize dayatılanlara karşı koymanın yolu da bu soruların yanıtlarını aramaktan geçiyor. Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez, Rum, Arap, Yahudi... Ama aynı zamanda zengin ve fakir, esnaf ve memur, burjuva ve proleter… Kadın ve erkek, heteroseksüel ve homoseksüel… Etkileşim nerede, nasıl, hangi boyutta, kimler ve neler arasında?
(Fotoğraf: Balazs Pataki, http://armeniangallery.blogspot.com)
1 yorum:
Müzik için de şöyle derler: "Milletlerin müziği olmaz coğrafyaların müiği olur."
Gerçekten de Doğu Ermenilerinin müziği ile, Azeri ve Gürcü müziği son derece birbirine benzer. Batıya gelindiğinde doğulu Türkmenlerin müziği ile Ermeni halk müziği içiçe geçmiş gibidir. Madnus agi mavi e, erzurumi soror ile iç anadolu ve doğu anadolu türkmenlerinin müziğini ayırt etmek imkansız gibidir.
Batı sahillerinde Rum müziği ile müslümanların müziği aynı kaynaktan beslenir. Adalar, esas yunanistan yarımadasında da durum aynıdır. Irakta Kürtlerin ve Türkmenlerin yaptığı müziği dil hariç ayırt edemezsiniz. Kullanılan çalgılar bile aynıdır.
Daha da batıda Balkanlarda durum birkaç farkla yine aynıdır. Osmanlının girdiği yerde bağlama vardır, Macar'ın girdiği yerde akardiyon. Fakat coğrafyanın müziğine damgasını vuran halkların ezgileri ortak bir kaynaktan beslenir.
Durum böyleyken ulus yalanının devreye girmesiyle tüm bu gerçekler inkar edilir.
Yorum Gönder