Övünebileceğim öyle matah bir siyasi eylemcilik geçmişim yok. Ama dünyada olan biteni anlamaya başladığımı sandığım günden itibaren kendimi solcu saydım. Sosyalizmin, en adil ve en insani yönetim biçimi olduğuna inandım ve buna hâlâ inanıyorum. 18 yaşındayken, bir başıma gidip, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne üye oldum. Onlar beni ne yapacaklarını bilemediler. Hayatının yarısını, siyasetin s’sini bile konuşmanın büyük günah addedildiği yatılı Ermeni okullarında geçirmiş bir çocuk olarak, ben zaten ne yapmam gerektiğini hiç bilmiyordum. 1999 seçimleri öncesinde yaşanan büyük umudu da paylaştım, sonrasındaki hayal kırıklığını da tenimde hissettim. Partiyle ilişkim gönül bağı çerçevesinde devam etti. ÖDP içinde siyaset yapan bir arkadaş çevresiyle temasım hep sürdü. Hâlâ, ÖDP deneyiminin başarıya ulaşamamasının, bizim kuşağın gerçekten özgürlükçü bir sol partiye sahip olma şansını ortadan kaldırdığını düşünürüm ve bu fırsatın heba edilmiş olması yüreğimi sızlatır.
Bunlardan, kişisel bir ifşaat olarak değil, kendimi daima Türkiyeli bir solcu saydığımı söylemek için bahsediyorum. Zira bu hafta, yine Türkiyeli bir solcu olarak, referanduma dair ne düşündüğümü anlatmak istiyorum.
Her türlü iktidara, her türlü muktedire içgüdüsel bir mesafe ve eleştiri duygusuyla yaklaşılması gerektiğine inanırım. Bu sütunu takip edenler, AKP konusunda olabildiğince muhalif ve eleştirel bir çizgide durduğumu bilirler. Ama AKP karşısında Türkiye solunun “Ne şeriat, ne darbe!” sloganına katılmadım. Türkiye’de bir şeriat geleneği olmadığını ve bu ‘tehlike’nin suni olduğunu biliyorum. Darbe ise her zaman için büyük bir tehdittir bu ülkede. Bu nedenle, eli silah tutanlara karşı, halkın oyunu alan bir partinin savunulmasını, hem solculuğun hem demokratlığın gereği saydım.
Benzer bir şekilde, başörtü meselesinde de Türkiye solunun tavrını paylaşmadım. Bana göre, bu konuda bir üçüncü yol mümkün değildi. Bugün, tam da şimdi, başörtüsü taktığı için üniversite kapısından içeri alınmayan, eğitim hakları engellenen kadınlar vardı, ve onların hakkını savunmak, başörtüsüne dair birtakım felsefi tartışmalardan çok daha öncelikliydi. Yanında durulması gerekenler, devlet tarafından mağdur edilenlerdi.
Yukarıdaki iki örneği, Türkiye solunun genel tavrından ayrıştığım kimi noktaları göstermek için zikrettim. AKP’ye elbette çok keskin eleştirilerim var. AKP yönetiminin anti-demokratik ve ayrımcı bulduğum sayısız uygulamasına muhalefet ettim. Ancak, bu partinin arkasındaki halk desteğinin ciddiye alınması gerektiğini düşündüm, bunun nedenlerini anlamayı çalışmayı görev bildim.
Madem anayasanın değişmesini istiyoruz bu Hayır’lar niye?
Türkiye’de hemen her kesim, 1982 darbe anayasasının değişmesi gerektiğini savunuyor. Esasında bu anayasayla yönetilmekten hiçbir şikâyeti olmayanlar dahi, onu savunmanın siyasi getirisi olmadığı için, yeni bir anayasadan yana görünüyorlar. Sırf bu bile, demokratik bir anayasa ihtiyacına dair toplumsal mutabakatın ne kadar geniş olduğunu gösteriyor.
Bugün, önümüzde, bugüne dek defalarca revize edilmiş olan 12 Eylül Anayasası’nı bir kez daha değiştiren bir paket duruyor. AKP’nin bu paketi hazırlama biçimi, toplumsal mutabakat aramaması gibi konularda çok haklı eleştiriler var. Ancak nihayetinde, 25 maddeden oluşan ve eğrisiyle doğrusuyla, yarın bugünkünden bir nebze daha rahat nefes almamızı sağlayacak bir paket bu. Kadın ve çocuk hakları, sendikal haklar, kişisel hak ve özgürlükler, yargı sultasının kırılması, YAŞ kararlarına hukuk yolunun açılması gibi olumlu adımların yanı sıra, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddenin kaldırılması gibi simgesel anlamı yüksek değişiklikler var pakette. Peki, eninde sonunda her maddesiyle pozitif bir değişikliği ifade eden bu pakete “hayır” denmesinin nedeni ne?
Eksikliklerine karşın içeriğine karşı çıkılması demokratik düşünce açısından pek de anlaşılır olmayan bir değişikliğe “hayır” diyen otoriter ve milliyetçi CHP-MHP koalisyonunu anlamak belki mümkün; peki, işi halkla, kalabalıklarla, günlük hayatla, sokakla olan, demokratlık iddiasındaki biz solcuların “hayır”ının ardındaki gerekçe ne?
Bugüne dek, paketi onaylamanın 12 Eylül Anayasası’na “evet” demek anlamına geleceğinden tutun da, burjuva demokrasisinin oyunlarına itibar edilmemesi gerektiğine, paketin halkın beklentilerine karşılık vermediği için reddedilmesi gerektiğine, ancak “hayır” denerek bir toplumsal muhalefet örgütlenebileceğine kadar, nice ‘sol’ argüman okuduk. Üzülerek söylemeliyim ki, bu argümanlar solun Türkiye’yi anlamakta düştüğü zaafiyeti göstermekten başka hiçbir işe yaramıyor.
Evet, AKP bugüne dek gerçekten de yeni bir anayasa yapabilmeliydi. Ancak bunu “hayır”a gerekçe yapmanın bir anlamı yok. Unutmayalım ki AKP, 22 Temmuz seçimlerinin hemen ardından, uzmanlara hazırlattığı anayasa taslağını kamuoyunun dikkatine sundu, ancak yoğun saldırılar sonucunda taslağı rafa kaldırmak zorunda kaldı ve dahası, sonrasında bir kapatma davasıyla karşı karşıya kaldı.
Evet’i sollaştırmak
Değişimden yana olması gereken sol, özgürlükleri genişleten adımların arkasında olmazsa solluğunu yitirir. Referandum sürecinde bence sol muhalefet, AKP’yi belli noktalarda eleştirip paketin yetersizliklerini ortaya koymalı, ancak nihayetinde halkı yüksek sesle “evet” demeye çağırmalı, yani “evet”i AKP’ye bırakmayıp sollaştırmalıydı. Bunun aksi, kendini siyasetsizliğe mahkûm etmek demek. Çünkü AKP’ye karşı inandırıcı bir muhalefet, demokratik bir dönüşümü gerçekten istediğini göstermekle mümkün. Bugün pakete “hayır” demek, en küçük demokratik gelişmeye bile karşı çıkmak ve böylece AKP’ye muhalefet etme şansınızı kendi elinizle heba etmek anlamına geliyor.
Son söz olarak, Kürt siyasetinin, bugünlerde esneyebileceği ifade edilen boykot kararının da, benzer bir siyasetsizlik siyaseti olduğunu söylemeli. BDP, AKP’nin süreçteki hatalarını bir bir sıralayarak, bir yandan da, Kürtleri, davul zurnalarla, halaylarla sandıkları “evet” oylarıyla doldurmaya, “evet”i Kürtleştirmeye çağırsaydı, önündeki siyaset alanını genişletmiş, Türkiye’nin batısına da güçlü bir demokrasi ve barış mesajı vermiş olacaktı. Parti tabanının önemli bir kısmının mevcut tavırdan memnun olmadığı konuşuluyor bugünlerde. Dileriz BDP yönetimi bu seslere kulak verir ve partiyi daha sağlıklı bir çözüme ulaştırma basiretini gösterebilir.
Az biraz kişisel bir referandum yazısı
Agos, 27 Ağustos 2010
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
tek kelime ile leziz!
paylaşıyorum izninle..
Yorum Gönder