Agos, 15 Ekim 2010
Ama zaten Kusturica’dan çok, bizim ne yaptığımız, bizim nasıl davrandığımız önemli... Ve bu açıdan bakıldığında da, hakkında herhangi bir hukuki karar olmayan ancak siyasi geçmişi epeyce tartışmalı bir yönetmeni, üstelik bizim davet ettiğimiz bir yönetmeni, Türkiye’ye geldikten sonra apar topar geri dönmek zorunda bırakan tepkimizin, en azından ölçüsüz olduğu söylenebilir.
Bu tepkinin haklı ya da haksız olduğunu konusunda fikir beyan edecek durumda değilim. Bosnalıların, Kusturica’nın geçmişteki açıklamaları ve yaptıklarından dolayı derinden incinmiş olduklarını da çok iyi anlıyor ve onların duygularını paylaşıyorum. Ama, Kusturica’ya tepki gösteren ‘Türkler’in pek çoğunun kendilerine yönelik bir eleştirellik içerisinde olmadıklarını görünce de şaşırmadan edemiyorum.
“Türkler asıl kendi tarihlerine, Ermenilere yaptıklarına baksınlar!” deme kolaycılığına düşecek değilim... Ama bütün bu olan bitende, Necati Sönmez’in Bianet’te yayımlanan ve basın sayfamızda iktibas ettiğimiz o güçlü yazısında anlattığı “çifte standardı” görmemek de imkânsız.
Başbakan’ı “Benim ecdadım öyle şey yapmaz!” diyen; daha dün Darfur soykırımcısı El-Beşir’i bağrına basan; birkaç yıl önce Hitler’in kitabının yüz binlerce okunduğu; iktidar partisi Irak’taki işgale destek çıkan; İsrail’in en önemli askeri ve stratejik ortaklardan biri olduğu; askerleri, öldürülen Kürt gerillaların kulağını kesen bir memlekette, tek bir insanın, tek bir adamın üzerine, üstelik kendisine atfedilen sözleri reddettiği halde, yaşananları bir kez de basının önünde “soykırım” olarak tanımladığı halde, vurun abalıya misali bu kadar çullanılmasında bir gariplik yok mu?
Soykırımın insanlığa karşı işlenmiş en büyük şey olduğunu düşünmeye başlamak elbette ki olumlu bir gelişme. Ama insan biraz da olsa kendine dönüp bakmaz mı hiç?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder