Yıldönümü

Agos, 10 Eylül 2010

Hayat, olduğu gibi’ dördüncü yılını doldurdu, beşincisine girdi. Geride kalan dört mevsimin üzerinden kuşbakışı geçiyoruz bu hafta.


Güz

Eylül: Ardaşes Harutyunyan yazıyor: “Sadece güzelliği hissedebildiğimiz takdirde yaşamın bir ilginçliği vardır. Herhalde bütün boşlukların içinde en güzeli, güzelliğin boşluğudur. Şüphesiz, bu bir zevk meselesi. Benim hakikatim budur. Başkalarının da kendi hakikatleri olduğunu kabul ederim. Öyledir de zaten. Aksini iddia etmek, yersiz ve yararsızdır.” (19 Nisan 1911) / Aret Gıcır’ın Yerevan tablolarına bakınca, Ermenistan’ın, ilk kez duduksuz, folklorsuz, kebapsız, “birbirimize ne kadar çok benziyoruz”suz bir tasvirini görüyoruz. Kafdağı’nın ardındaki uzak ülkeyi değil, dünyanın içinden geçtiği değişim-dönüşüm devriyle temas eden bir kenti, tüm salınım ve savrulmalarıyla aksettiren tuvaller.

Ekim: Ceylan, bu yıl devlet görevlileri tarafından öldürülen beşinci Kürt çocuğu. Hakkari’de 14 yaşındaki Abdülsamet Erip, Van’da 8 yaşındaki Maziye Aslan, Siirt’te 10 yaşındaki Hakan Uluç, Şırnak’ta 16 yaşındaki Caziye Ölmez. Çocuk katili devlet… / Türk aydınının diasporayla imtihanı: Yerinden yurdundan edilmiş, topraklarına el konmuş, kiliseleri yağmalanmış bu insanlardan kalan mülkler üzerinde güzel güzel oturup, diaspora hakkında söz söylemek hangi vicdana sığar?

Kasım: Anadili meselesi: Yok sayılmak bizleri mağduriyet diline hapsediyor. Bunun çıkar yol olmadığının farkındayız, bir çıkış bulma derdindeyiz. O yüzden anlatıyoruz kendimize dair bütün bu ilkokul bilgilerini, dünyanın en gizemli sırlarıymışçasına. Artık duyun diye… / Başepiskopos Ateşyan’ın Kayseri konuşması üstüne: Devlete sadakat beyan ederek belki Patrik olabilirsiniz, ancak adil olmadıkça, gerçek bir ruhani ve bir önder olmanız mümkün değildir.

Kış

Aralık: Yeruhan’dan İstanbul’a mektup: “Mamüretülaziz, 11 Ekim 1914... Böyle bir vakitte “çoluk çocuk”la beraber Anadolu’nun ta diplerinde bir yerde olmak kolay şey değil. Bir gün sağ salim görüşebilecek miyiz acaba?” / DTP’nin kapatılması: Bugün Kürt meselesini parti kapatarak, Kürtlerin seslerini bastırarak çözeceklerini sanan aklıevvellere karşı hep birlikte mücadele etmezsek, yarın çok geç olacak.

Ocak: Yasımız bize, daha iyi insanlar olmak, başkalarının yüreğine nüfuz etmek, ortak dertlerimize birlikte derman bulmak istiyorsak, başkalarının acısını duymaya amade olmamız gerektiğini öğretiyor. / Hayatın sırlarından biri de, çocukların ana babalarına, nesillerin kendilerinden önce gelenlere karşı yarışında değil mi? Aşmanız gereken, bir gün ebedi bir sembol haline gelip başka bir boyuta taşınırsa, ve ne yaparsanız yapın artık onu aşma şansınız kalmadığını idrak ederseniz, çareyi nerede bulursunuz?

Şubat: Eğer hastalığın ve açlığın kol gezdiği ilk günlerde, ‘yağma’ temalı televizyon görüntüleriyle gündemi belirlemek yerine insan hayatını korumaya öncelik verilseydi, bugün bir sürü Haitili nefes almaya devam ediyor olacaktı. / Ermenilerde şehitliğin yüceltilmesi: Şehadet ödül olduğuna göre, zafer katilin değil, kurbanındır: “Kılıç onlarınsa, boyunlar bizimdir. Ölüm, ölüm değildir. Ölüm, ölümsüzlüktür.”

Bahar

Mart: 24 Nisan 1915’te çok farklı görüşlerden Ermeni aydınların tutuklanıp cezaevine konulması büyük bir dehşet uyandırmıştı. Yervant Odyan soruyor: “Nasıl olur da Keçyan, Dağavaryan, Torkomyan ve Taşnaklar aynı sebepten tutuklanır?” / AKP’nin “Günübirlik Ahtamar” açılımı: Türkiye’nin Ermeni meselesinde, kurnazca “jestlere” değil, büyük bir zihniyet dönüşümüne ihtiyacı var. Bize samimiyet gerekiyor, riyakârlık değil.

Nisan: / Ardavazt Peleşyan’ın “şiirsel” sineması: Bu diyalogsuz, karaktersiz filmlerde, görüntülerin art arda gelerek, tekrarlanarak, dönüp durarak oluşturduğu benzersiz bütünlük duygusu, sinemanın, film yapma sanatının sınırlarını ortadan kaldırıyor. / 24 Nisan: Soykırım Ermenilerin yaşadığı en büyük trajediyse eğer, yaşananları yüz yıl sonra dünyaya anlatmaya çalışmak, yüz yıl sonra hâlâ başkalarından tasdik görme zorunluluğu hissetmek de, büyük bir dramdır. Eğer soykırım insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçsa, onun inkârı da, ilkinin devamı olan bir başka büyük suçtur.

Mayıs: Ateşyan-Şirinoğlu: Yardımda bulunduğu bir kişiden milyonlarca dolar tutarında komisyon talep eden ve bu komisyonun anasının ak sütü gibi hakkı olduğunu savunan bir “ruhani önder”le, kendi kendini cemaat başkanı ilan eden bir “sivil temsilci”. / Güler Zere: “Kıymayın efendiler!” demiştik, ama onu cezaevinden çıkarmak için ölümün ta kıyısına kadar gelmesini beklediler. Güler, son mektubunda bize çocuklardan bahsetmiş, “Umuttan yana ne varsa bizimledir” demişti.

Yaz

Haziran: Mavi Marmara sonrası mitingler: Kendi devletinin suçlarıyla hesaplaşmadan, kendi memleketinin mazlumlarıyla dayanışmadan, başka devletleri ve onların işledikleri suçları kınayanlar samimi olabilir mi? / Ölümler, cinayetler: Bize kimin yasının tutulmaya değer olduğunu söylüyorlar; kimin arkasından ağlayacağımızı. Hangi ölünün cennetlik, hangisinin ‘leş’ olduğunu. Hangi cesedin bizden, hangisinin onlardan olduğunu…

Temmuz: Sevda Demirel sayesinde öğrendik ki, meğer Türk Soyunu Koruma Yönetmeliği adı altında ucube bir kanuni düzenlemeye sahipmişiz. Meğer Sağlık Bakanlığı, yurtdışındaki bir sperm bankasından alınan spermle hamile kalanları hapsettirebilirmiş. / Modern devletlerin, bir ulus yaratmak adına ortadan kaldırdığı, baskı altına aldığı, asimile etmeye çalıştığı kültürler, insanlık tarihinde koskoca bir mezarlık oluşturuyor.

Ağustos: Vahe Berberyan, ana babasının zorla koparıldığı Anadolu’dan izler taşıyan, Beyrut’la şekillenen, cilasını Amerika’nın attığı bir sahne adamı olarak, kendisini var edenlere borcunu, gülerek, güldürerek, kültürüne yeni bir soluk üfleyip ona can vererek ödüyor... / Ve tabii referandum: Değişimden yana olması gereken sol, özgürlükleri genişleten adımların arkasında olmazsa solluğunu yitirir. Referandum sürecinde sol muhalefet, AKP’yi eleştirip paketin yetersizliklerini ortaya koymalı, ancak nihayetinde halkı yüksek sesle “evet” demeye çağırmalı, yani “evet”i sollaştırmalıydı.

Hiç yorum yok: