Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişki 1915’le ilgili tartışmalar üzerinde donup kaldığı için midir bilinmez, Türkçe edebiyatın başarılı eserlerinden çevirilere Ermenicede pek rastlamayız; aynı şey Türkiye’de Ermenice eserler için de söz konusudur; Aras Yayıncılık’ın yayımladığı çalışmalar bir yana, Ermenice romanların, edebiyat eserlerinin çevirileri parmakla sayılır. Sovyet dönemi Ermenistanı’nda, Moskova’nın onay verdiği bazı Türk yazarların eserleri Ermeniceye çevrilmişti. En çok bilineni, İstanbul göçmeni bir aydın olan Haçik Amiryan’ın çevirdiği, Yaşar Kemal’in unutulmaz romanı İnce Memed’dir (Ermenicesiyle Tzakh Memed).
Aslında, 1915 öncesinde de iki dil arasında bu tür bir alışverişin ciddi örnekleri nadirdir. Ancak, iç içe yaşayan iki halkın, birbirleri hakkında bugünkünden daha çok bilgi ve görgüye sahip olduğu kesindir. Edebiyat ve sanat alanında, sözgelimi Abdülhamit döneminde, dönemin önemli mecmuası Servet-i Fünun’un Ermeni hikâyecilerden çevirilere yer verdiğini biliyoruz. 1913’te sekiz Ermeni hikâyecinin eserlerinin çevirisine yer veren Ermeni Edebiyatı Nümuneleri adlı kitap ise, 1915’in hemen öncesinde bu alanda bir hareketlenmenin uç vermekte olduğunu gösterir belki de.
Günümüzde ise, Türkiye Ermenilerini dışarıda bırakırsak, Türkiye-Ermenistan-Diaspora üçgeninde halkların birbirleri hakkındaki bilinç derecelerini tanımlayacak sözcük herhalde ancak “cehalet” olacaktır. Diaspora ve Ermenistan’daki Ermeniler için “Türk”, doğrudan 1915 felaketiyle tanımlanan bir olgudur; aynısı, “Ermeni” söz konusu olduğunda Türkler için geçerlidir. Ferhat Kentel ve Kevork Boğosyan’ın TESEV desteğiyle gerçekleştirdiği ve geçtiğimiz yıl yayımlanan “Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi” adlı çalışma, bu durumu doğrular örneklerle dolu. Bu ankete göre, Ermenistan’da sorulan “Ünlü Türk kişi veya kuruluşların ismini verebilir misiniz?” şeklindeki soruya katılımcıların verdiği cevaplarda ilk sırayı şu kişiler alır:
"Atatürk (%18), Talat (%14), Enver (%10), Sultan Hamid (%7).” Türkiye’de bu sorunun muadiline katılımcıların %82’si herhangi bir cevap verememiştir.
Üzerine düşürülmeye çalışılan gölgelere rağmen, Orhan Pamuk’un aldığı Nobel ödülünün iki dil arasındaki çevirilerin artmasına katkısı olabileceğini umuyoruz. Edebiyatın, halklar arasında doksan küsur yıl önce atılmış köprülerin yeniden ihdasını sağlama imkânı vardır. Türkçeden yapılacak çevirilerin, bugün Paris’te, Los Angeles’te yaşayan, dedeleri-nineleri vaktinde Türkçe konuşan, ne ki kendileri Türkiye hakkında herhangi bir pratik bilgiye sahip olmayan Ermenilerin, Türkiye toplumunu tanıması yönünde önemli rolü olabilir. Aynı şekilde, bugün Sivas’ta veya Erzurum’da, vaktinde Ermenilerin bulunduğu bir mahallede yaşayan, hatta Ermenilerden kalma bir evde oturan Türkiyeli’nin de, kopmuş tarihsel bağları yeniden kurmasında, misal, yaşadığı yerle ilgili bir Ermenice kitabın çevirisini okuması, etken olabilir.
“İnternet çağı”nda kitapların kitlelere ulaşma gücü sorgulanabilir elbette; ancak zaman içerisinde olumlu bir etkinin yaratılabileceği de yadsınamaz. Bu bağlamda, Diaspora, Türkiye ve Ermenistan’da, iki dili iyi derecede bilen, profesyonel seviyede iş çıkarabilecek çevirmenler yetiştirecek projeler geliştirilmesi, uzun vadede, Türkler ve Ermeniler arasındaki barışmanın mihenk taşlarından biri olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder