Son yasakçı icraat

Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali kapsamında gösterileceği açıklanan, yönetmenliğini Suzanne Khardalian ve Pea Holmquist’in üstlendiği İsveç yapımı “Köpeklerden Nefret Ederim” adlı belgesel festival programından son anda çıkarıldı. Film, 1915 Felaketi’nden sağ kurtulan Garbis Hagopyan’ın tehcire ve kırımlara dair tanıklıklarına dayanıyordu. Gazeteler önceleri kararın Kültür Bakanlığı baskısıyla alındığını duyurduysa da, festival düzenleme komitesi daha sonra yayımladığı bir bildiriyle bunu yalanladı. Bildiride şöyle deniyordu:

Kendimizle ve geçmişimizle yüzleşmek, ancak birbirini tanıma ve anlayışın var olduğu, nefret ve intikam kavramlarının sorgulandığı, şiddet ortamının beslenmediği iklimlerde yeşerebilir. (...) Bu bakış açısıyla ve içinde yaşadığımız konjonktürde (...) filmin festivalde yer alması kararını yeniden değerlendirdik, (...) filmi programdan kaldırdık. (İlginçtir, bildirinin İngilizcesinde yer alan, film hakkındaki “sanatsal değerinin yüksekliğine ve gerçek bir hikâye anlattığına şüphe olmayan” tanımlaması Türkçe metinde yer almıyor.)

Bu ifadeler sizde de festival düzenleyicilerinin kaçak dövüştüğü hissi uyandırmıyor mu? İnsanın aklına, program oluşturulurken filmin hangi ölçütlere göre seçildiği ve geçen zaman içinde bu yargının ne hikmetle değiştiği sorusu geliyor. Sözü edilen “iklim”e uygun görülerek programa dahil olmuş bir film, hangi aşamalardan sonra empatiden yoksun veya şiddet taraftarı bulunuyor? Bu süreçte film bir değişikliğe uğramadığına göre, düzenleyicilerin fikrini ne/neler değiştirmiş olabilir? Basın açıklaması Kültür Bakanlığı’nın baskısının söz konusu olmadığını ilan ettiğine göre, sanat eserlerinin değerinin nasıl ölçüldüğünü iyi bildiğine şüphe olmayan BSB, filmin hatasıyla sevabıyla bizzat seyirci tarafından değerlendirilmesine engel olan yasakçı zihniyeti nasıl benimser?

Filmi görme şansımız olmadığı için bilemiyoruz; “Köpeklerden Nefret Ederim” gerçekten de, kahramanı Garbis Hagopyan’ın nefret ve dehşet duygularını açığa vuruyor olabilir. Hagopyan gerçekten de hoşgörülü bir tavır içinde olmayabilir. Peki, bu olası nefretin ve hiddetin, bu coğrafyada 1915’te yaşanmış şedit katliamların doğrudan sonucu olduğu gün gibi aşikârken, festival düzenleyicilerinin Hagopyan’ın hissettiklerine dair bir “birbirini tanıma anlayışı” geliştirdiği söylenebilir mi? Eğer gerçekten de bu yasak festival komitesinin kendi iradesiyle konulmuş ise çok vahim bir durumla karşı karşıyayız demektir. Zira bu, sanat çevrelerinin de, düşünce özgürlüğü karşısında estirilen sert fırtınalar karşısında ürküp, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düsturuyla, anti-demokratik çevrelerin dümen suyuna girdiğini gösterir.

Not: Yazının tesliminden hemen önce ulaşan bir habere göre, BSB başkan yardımcısı Necati Sönmez onurlu bir tavır gösterip, “içeriği ne olursa olsun, festivale seçilmiş bir filmin, sonradan belli endişelerle programdan kaldırılmasını, en başta yönetmene, sonra seyirciye ve nihayet bu festivale yapılmış bir hakaret sayıyorum,” diyerek görevinden istifa etti.


5 Ekim 2006

Hiç yorum yok: