Agos, 14 Mart 2008
Ermenistan’da siyaset sahnesine hâkim olan kıyıcılığın köklerini nerelerde aramalı?
Büyük çoğunluğunu 1915 Felaketi’nden kaçanların torunlarının oluşturduğu bir toplumda, şiddet tohumlarının, derinlerde bir yerde zaten hep var olduğunu varsayabilir miyiz?
Son gelişmeleri doğrudan 1915’te yaşananlara bağlamak kolaya kaçmak olur elbette. Böylesi bir tutum, en basitinden, bugünkü iktidarın sorumluluğunu gözden ırak tutacaktır. Ancak, 90 küsur yıl önce Anadolu’da kan rengi akan nehirlerin dünyanın dört bir yanındaki Ermeniler üzerinde yarattığı tahribatın, şiddeti meşru kılan bir zihniyeti hâkim kıldığı da asla yadsınamaz.
1915 tarihi ve yaşanan acıların Türkiye tarafından sistematik olarak inkârı, salt maruz kalınan fiziksel ve sembolik şiddet yönüyle değil, ortak benlikte, amaca ulaşmak için her yolun mubah sayıldığı bir tür çılgınlığa yol açması nedeniyle de hassasiyetle tartışılmayı hak ediyor.
1915’te İttihat ve Terakki’nin tehcir ve katliam politikası, 1916’dan sonra Rusya’nın Doğu Anadolu’yu işgali sırasında, Rus ordusuyla birlikte hareket eden Ermeni gruplarının intikam güdüsüyle katliamlara girişmesine yol açmıştı. İntikam için kan dökenlerin sonraki yıllarda milli kahraman mertebesine yükseltilmesi ise, hiç de sağlıklı bir ruh iklimine işaret etmiyor.
Sultan Abdülhamit döneminde muhalif Ermeni gruplarının verdiği silahlı mücadele, Ermeni geleneğinde ‘fedai’liğin yüceltilmesine yol açtı. Yasadışılığın getirdiği gizlilik ve adanmışlık kültürü, tıpkı İttihatçılarda olduğu gibi, “davaya ihanet edenin” canının alınmasını doğal kabul ediyordu. Osmanlı makamlarının baskısından kurtulmak için Kahire’ye kaçan Hınçak eğilimli yazar Arpiar Arpiaryan’ın orada Taşnaklar tarafından öldürülmesi, hasmını ne pahasına olursa olsun yok etme kültürünün Ermeni tarihindeki simgelerinden biri olarak, akıllardan hiç çıkmayacak.
Sovyet döneminde ise, KGB’nin yarattığı terör on binlerce Ermeni’nin hayatını zindana çevirdi. Ermenice edebiyatın Büyük Felaket’ten sonraki en büyük isimlerinden Yeğişe Çarents, Kurken Mahari, Aksel Pagunts, Zabel Yesayan, Vahan Totovents gibi isimler dahil, pek çok kişi Sibirya’daki ölüm kamplarına sürüldü, yok edildi. İşin en acı tarafı, bu insanların pek çoğunun, 1915 Felaketi’nde ailelerini kaybetmiş, ancak kendi canlarını kurtarabilmiş kuşağa mensup olmalarıydı.
Beria’nın direktifleriyle yürütülen Stalinist kovuşturmalar rejim muhaliflerini ortadan kaldırırken, “başka” Ermeniler, Komünist Parti saflarında huzur, refah ve mevki sahibi olmanın yollarını arıyordu. Sovyet usulü belden aşağı siyaset taktiklerinin Ermenistan’daki siyasi ortam üzerinde ne kadar etkili olduğunu, son olaylar sırasında Koçaryan-Sarkisyan iktidarının attığı adımlarda görmek pekâlâ mümkün.
1915… Ermeni devrimci hareketlerinden tevarüs eden intikamcılık… Sovyetik siyasetten kalma hastalıklar…
Burada kabaca ele almaya çalıştığım bu olguların yarattığı boz bulanık iklim, Ermenistan örneğinde, başlıktaki “insan insanın kurdudur” sözünün geçerliliğini tasdik ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder